Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
dur. Bu konuda yapılmış geniş çaplı bir derlemenin sonuçlarına<br />
göre 1936’dan 2011 yılına kadar geçen 75 yıllık sürede<br />
tanı konulan 1441 hastanın 866’sı (%60) son 10 yılda ortaya<br />
çıkmıştır (Gürcan, 2014). Son 10 yıldaki tularemi olgularının<br />
büyük çoğunluğu, sıcaklık artış trendi gözlenen Marmara<br />
Bölgesi’nin güneydoğusu ve İç Anadolu Bölgesi’nin kuzey<br />
kesimlerinde tespit edilmiştir. Türkiye’nin ortalama sıcaklık<br />
eğrisinin 1995 yılından itibaren düzenli bir artış gösterdiği de<br />
göz önüne alındığında tularemi olgularındaki artışın sıcaklık<br />
artışından kaynaklandığını iddia etmek mümkündür.<br />
Sıtma: İklim değişikliği ile ilişkili olduğu bilinen hastalıkların<br />
başında sıtma gelmektedir (ÇOB_b, 2007; Lowe, Ebi ve Forsberg,<br />
2011). Ancak sıtma olgu sayılarını belirleyen tek faktör<br />
<strong>iklim</strong> değişikliği olmayıp yanı sıra sağlık hizmetleri de belirleyicidir.<br />
Bunun bir sonucu olarak ülkemizde Sıtma olgu sayıları<br />
son 10 yılda belirgin olarak azalmıştır.<br />
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi: Kırım-Kongo kanamalı ateşi,<br />
dünyada özellikle Asya, Afrika, Orta Doğu ve Doğu Avrupa’da<br />
görülen bir hastalık olup ülkemizde ilk defa Kelkit vadisinde<br />
2002 yılında görülmeye başlamıştır.<br />
Türkiye’de Kırım-Kongo kanamalı ateşi nedeniyle 2002-2014<br />
arasında resmi kayıtlara göre 9062 kişi hastalanmış ve 440<br />
kişi hayatını kaybetmiştir (Şekil 6.63). Çorum, Kastamonu,<br />
Tokat, Yozgat, Karabük, Samsun ve Sivas hastalığın en yaygın<br />
olarak görüldüğü iller olup Türkiye’deki vakaların %80’inden<br />
fazlası Orta ve Kuzey Anadolu bölgelerinden bildirilmektedir.<br />
Hastalığın bu ölçüde yaygınlaşmasının nedenleri arasında,<br />
hastalık virüsünü taşıyan kenelerin sayılarının <strong>iklim</strong> değişikliği<br />
nedeniyle artış göstermesi, ormanlık alanların tarım<br />
alanlarına dönüştürülmesi, yine <strong>iklim</strong> değişikliği nedeniyle<br />
keneler için kan kaynağı olarak görev yapan kemirgenlerin<br />
sayısının artması gösterilmektedir (Estrada-Peña, Vatansever,<br />
Gargili ve Ergönül, 2010).<br />
6.2.7 Yerleşimler ve Turizm<br />
6.2.7.1 Yerleşimler<br />
Beklenen Etkiler ve Etkilenebilirlik<br />
Kentler <strong>iklim</strong> değişikliğinden direk olarak ve değişikliğe bağlı<br />
olarak meydana gelen olaylardan dolaylı olarak (sıcaklık artışı,<br />
deniz seviyesinin yükselmesi, yağış rejimlerinin ve rüzgar<br />
hızlarının değişmesi, sıcak hava dalgaları, ısı adası etkisi,<br />
afetler gibi; tsunami, sel, taşkın, erozyon ve toprak kayması,<br />
kuraklık) etkilenir (IPCC 2001f; ICLEI, 2010). Bu etkilenmenin<br />
özellikle kentsel yaşam kalitesi ve sürdürülebilir kalkınmaya<br />
yönelik etkileri bulunmaktadır. IPCC Üçüncü Değerlendirme<br />
Raporu’ndan itibaren <strong>iklim</strong> değişikliğindeki kentlerin merkezi<br />
rolü ve önemi ile uluslararası öncelikli konular arasına girmiş<br />
bulunmaktadır. Doğrudan ve dolaylı kentsel emisyonların kontrol<br />
altına alınmasının, toplam sera gazı emisyonlarını azaltma<br />
potansiyeli yüksektir (McKinsey ve Company, 2009).<br />
Türkiye’deki kentleşme deneyimi, <strong>iklim</strong>le ilişkili olarak incelendiğinde,<br />
İklim değişikliğiyle ilgili kentleşme sorunlarının başında,<br />
kent nüfusunun hızlı artışıyla ilişkili bir başka sorun ise,<br />
artan nüfusun kentler arasında dengesiz dağılımı gelmektedir.<br />
Şehir nüfusunun genel nüfus artışını ve kırsal nüfusun bir kısmını<br />
emmesi nedeniyle, önümüzdeki on yıldan itibaren kırsal<br />
nüfusun dünya genelinde azalmaya başlaması beklenmektedir<br />
(KB_a, 2013).<br />
Türkiye’de mevcut mekânsal genişleme biçimleri ve tüketici<br />
alışkanlıkları, artan kentsel nüfus sera gazı salınım kaynağı olmaya<br />
devam etmektedir. Gelişmekte olan ülkelerden biri olan<br />
Türkiye’nin uyum kapasitesinin yüksek olmaması <strong>iklim</strong> değişikliği<br />
etkilerine karşı zarar görebilirliği açısından daha kırılgan olmasına<br />
neden olmaktadır (İDDK, 2009, Çobanyılmaz, 2011). Bu<br />
kırılganlığı belirleyen demografik, mekansal gelişme biçimleri<br />
ve kentsel alışkanlıklara yönelik genel yapı Kalkınma Bakanlığı’nın<br />
hazırlamış olduğu raporlarda (2013) belirtilmiştir.<br />
Türkiye’de, doğudan batıya ve sahil kesimlere, iç kesimlerden<br />
ve kuzeyden yine sahil kesimlerine ve metropollere alınan göç<br />
sonucunda nüfus belirli merkezlerde özellikle batı bölgelerde<br />
toplanmaktadır. Bu nedenle, ülkenin batısı ve sahil kesimlerinde<br />
nüfus yoğunluğu artarken doğu ve iç kesimlerde azalmaktadır.<br />
Cumhuriyetin ilk yıllarında ülke genelinde %24’ler düzeyinde<br />
olan şehirleşme oranı, 1985 yılında %53, 2010 yılında ise %76<br />
düzeyine ulaşmış olup, önümüzdeki dönemde de ülkenin batısında<br />
şehirleşme oranının hızla artmaya devam etmesi beklenmektedir.<br />
Bu nedenle, büyük kentlerin sayısı ve toplam nüfustaki<br />
payı hızla artmaktadır (KB_a, 2013). Tablo 6.9’da görüldüğü<br />
üzere Türkiye genelinde 2010 yılında özellikle yüksek nüfusa<br />
sahip metropollerin boyutlarında önemli değişiklikler olmuştur.<br />
Türkiye genelinde 2010 yılında özellikle yüksek nüfusa sahip<br />
metropollerin boyutsal dağılımında artış görülmektedir.<br />
Kentsel yoğunluk açısından incelendiğinde, özellikle bölgeler<br />
arası gelişmişlik farkına paralel olarak nüfusun önemli bir bö-