You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
<strong>Bizim</strong> <strong>Yunus</strong> / Mustafa Özçelik<br />
bir sohbet eyledi ki, dinleyenler hayran kaldı. Sonra ki ne söylediyse hepsini kaleme aldılar.<br />
Muteber bir divan oldu.”<br />
Burada konunun şu yönü de önemli görülmelidir. <strong>Yunus</strong>, derviş olmadan önce de<br />
şiirler söylemekteydi. Dervişlik yoluna girince bu durum onda görülmez oldu. Zira, şair diliyle<br />
söylenenlerin kaynağı çok önemlidir. Şiir, sonuçta bir ilham işidir ve gönlün sesidir. İlhamın<br />
kaynağı ise kişinin bulunduğu hâl’e ve yüreğinde taşıdığı değerlere göre Rabbanî de olabilir<br />
şeytanî de olabilir. Hak olanı söylemek ise gönlü Hakk’ın nazargahı yapabilmekle mümkündür.<br />
Çünkü tasavvufta gönül, mecaz manasıyla “Allah’ın evi” olarak kabul edilir. <strong>Yunus</strong> diliyle<br />
söyleyecek olursak “Gönül Çalab'un tahtı”dır. “Kıblegâh-ı Kibriyâ ”dır. Bu yönüyle marifet ve<br />
irfan denilen tasavvufi bilginin kaynağı, keşf ve ilham mahâllidir. 61<br />
Kişi, gönlünü zikir, ibadet ve faydalı diğer işlerle o denli saflaştıracak, orada bulunan<br />
her türlü nefsani ve dünyevi sevgi ve ilgiyi çıkaracak ve orayı Hakk’ın bir tecelligâhı yapacaktır.<br />
İşte o zaman konuşan zahirde kişinin kendisi olur; ama aslında Hakk’ın kendisi, daha doğrusu<br />
O’nun verdiği ilhamlardır. Kişi böyle bir noktaya geldiğinde bir hadiste de belirtildiği gibi<br />
“Allah kulunu sever sevdiği bu kişinin gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olur.”<br />
Nitekim <strong>Yunus</strong> da bu kemal derecesinde şöyle diyecektir:<br />
Sensin bu gözümde gören sensin dilimde söyleyen<br />
Sensin beni var eyleyen sensin hemin öndin sona<br />
Sen kim didün yâ Rab bana ben yakınam senden sana<br />
Çün yakınsın benden bana görklü yüzün göster bana<br />
<strong>Yunus</strong>’un şairliğiyle ilgili olarak anlatılan şu menkıbe de olayın bir başka yönünü<br />
göstermesi açısından ilgi çekicidir:<br />
“Tabduk Emre, bir gün <strong>Yunus</strong>’a aşk şarabı sunarak,”<strong>Yunus</strong>, bunu insan ayağı değmeyecek<br />
bir yere koy” der. Bunun üzerine <strong>Yunus</strong> Emre ne yapacağını düşünür. Günlerce dağ1arı taş1arı<br />
her yeri do1aşır, fakat insan ayağı değmeyecek bir yer bulamaz. Sonunda bu yerin kendi midesi<br />
olacağını düşünerek dizi üzerine çöker, aşk şarabını içer ve içer içmez de mest olur. Sonunda<br />
ilhama kapılarak şiir1er söylemeye baş1ar.”<br />
Burada meselenin dile getirilen farklı boyutu şudur: Kişi, aşka düşmeden onun şiire<br />
dönüşecek esrarını diliyle söyleme gücünde değildir. Yani “kelâm-ı kibar” dönüşen şekliyle<br />
kişiyi “aşk söyletir, dert inletir.” Çünkü aşk öyle bir ilahi güç ve değerdir ki o olmadan Allah’a<br />
yaklaşma adına yapılan ibadetler bile sahibine bir fayda temin etmez:<br />
İlm ü amel zühd ü tâ'at pes ışksuz helâl olmaya<br />
<strong>Yunus</strong>’un bu ifadesi, aşkın hem kişisel olgunlaşma yolunda hem de bu yolun bir yolcusu<br />
olarak içindekileri şiir yoluyla ifade etmesinde tek imkân olarak gördüğünü belirtmektedir.<br />
61. Süleyman Uludağ, Tasavvufî Terimler Sözlüğü, s. 297<br />
49