04.02.2015 Views

Dr. DİLÂVER CEBECİ

Dr. DİLÂVER CEBECİ

Dr. DİLÂVER CEBECİ

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

FİKİR SANAT VE EDEBİYATTA TÖRE<br />

birileri, yaban otlar ve ayrık tohumları ekmişti besbelli.<br />

Gözlerinde o tohumların filizlendiğini, kendisine<br />

odaklanan filizlerden de yakan ve delen bir ışık<br />

yayıldığını fark etmişti. Bunun için olsa gerek, Bahar<br />

kendisini dinlemek istemediğini duruşuyla, bakışıyla<br />

söylüyor, birlikte yürümemek için çaba sarf ediyordu.<br />

Taksi durağında oğlanın birden belirmesi, daha<br />

önceden ayarlanmış mıydı Bahar o oğlana haber<br />

mi vermişti Bunları bilmek imkansızdı. Ama, önce<br />

oğlana bir yumruk sallamaya niyetlendiğini, sen kim<br />

oluyorsun diye bağırmak istediğini hatırlayabiliyordu<br />

sadece. Bahar’ın gidişi üzerinde düşünemeyecek bir<br />

doğrultudaydı hayatının akışı. Öncelik, sivillerin<br />

elindeydi: Onu nereye götürecekler, ne soracaklar<br />

ve kendisine ne yapacaklardı Neden arandığını,<br />

doğduğu ilçenin emniyetine yakalama emrinin neden<br />

verildiğini onlar söyleyecek miydi<br />

Kaderin ağır bir çuvalını yüklenmişçe yürüdü<br />

sivillerle. Ağır; acı dolu; müphem taraflarla örülü,<br />

umut parıltılarının karanlığa boğulduğu o ağır çuvalla.<br />

Taksi durağından, Bahar’la tanımadığı oğlan<br />

uzaklaşırken de omuzlarına başka, ağır bir karanlık<br />

bindiğini hissetmişti. İki-üç yüz metre yürüdükten<br />

sonra sivil plakalı eski, beyaz bir arabaya bindiler<br />

birlikte. Sirkeci emniyetine varıncaya kadar, sivillerin<br />

bakışlarında iyilik sezebilecek bir ışık kırpıntısı<br />

bulamadı. Yol boyunca kendisini incelediler. Ellerine,<br />

ayaklarına, omuzlarına baktılar gözlerini oralarda<br />

konaklandırıyor gibi. Yüzüne dönüp, göz göze<br />

gelmemeye itina ettiler. Sivillerin kaşları, dudakları,<br />

çeneleri ustaca belirlenmiş mimiklerle hareketleniyor,<br />

bir yoruma mahal bırakmıyordu.<br />

Beyaz araba, Sirkeci emniyetinin önünde<br />

durduğunda, iki sivil hemen inip, iki yandan<br />

kollarından tutmuş ve giriş kapısından aşağıya doğru<br />

inen merdivenlere yönelmişlerdi. Bodrum katına mı,<br />

daha aşağılara mı, çok iyi çıkaramıyordu bunu. Dehliz<br />

gibi bir yerde, solgun sarı ışıkla aydınlatılmış<br />

bir masanın kenarında, ucuz ve her an kırılabilir bir<br />

sandalyeye oturttular. Akabinde gözlerini bağladılar.<br />

Epeyi bir ayak sesi dinledi. Birileri gitmiş, başka<br />

birileri gelmişti belki. Ama sorular başlayınca,<br />

bunların başka siviller olduğundan emin oldu.<br />

Önce ehliyetinden başladılar. Ehliyetinin, nerede<br />

olduğunu sordular. Türkyurdu Apartmanındaki<br />

öğrenci evinde, ikinci kattaki odasında, duvarda<br />

her zaman asılı bulunan ceketinde olduğunu söyledi.<br />

Defalarca sordular, aynı şeyleri anlattı. Daha<br />

sonra, soruları değiştirdiler. “Çenç mi yapıyosunuz<br />

lan siz” dediler. “Senin ehliyetinin, gasp edilmiş bir<br />

arabada ne işi var!” Bu şaşılacak bir cümleydi. Ehliyeti,<br />

gasp edilmiş bir arabada nasıl olabilirdi İzah<br />

etmeye çalıştı. Ceketimin cebinde, asılı olduğu yerde<br />

bırakmıştım, buradan hiç tanımadığım bir arabaya<br />

gidemez benim ehliyetim, dedi. Ama o anda<br />

şunu da hatırladı: Ehliyeti olmayan arkadaşları, bazen<br />

kendi ehliyetini kullanırlardı. Bu bir zaruriyetti<br />

o gün için. “Nasıl arkadaşlık lan bu, insan ehliyetini<br />

başkalarına verir mi” Bazen mecbur kaldıklarını,<br />

okulda olaylar çıktığında yaralı arkadaşlarını hastaneye<br />

yetiştirmeleri gerektiğini anlattı. Bazen de,<br />

seminerlere gelen hocalarını Harem’e yetiştirmeleri<br />

icap ettiğini. Ocağın arabalarını kim müsaitse onun<br />

kullandığını.<br />

Anlattı, anlattı. “Ne semineri lan” dediler. Seminerlere<br />

gelen hocaları ve anlattıkları konuları sordular.<br />

Marksizm, otuz iki farz, Kırım, Kaşgar, İsmail<br />

Gaspıralı, Sovyetlerin sıcak denizlere inme stratejisi,<br />

Yunanlıların megola idea’sı; Gulag Takım<br />

Adaları, <strong>Dr</strong>ina Köprüsü; Erol Güngör, Gazali… Her<br />

şeyi, evrenin bütün coğrafyalarına, insan zekasının<br />

bütün dehalarına ve eserlerine ve zalimce yönetme<br />

sistemlerinden hakça yönetilme ihtimallerine kadar<br />

her şeyi anlattı. Önlerine açılan ufuklarda nasıl yeni<br />

fikirler üretebileceklerini, bunun için seminerler<br />

düzenlediklerini söyledi. Söyleyebileceği başka da<br />

bir şey yoktu zaten.<br />

Kah seslerini çatallandırarak, kah derinden öksürükler<br />

yaratarak, kah alaycı bir gülümseme ve<br />

bazen de küçümseyen, aşağılayan sözlerle dinledi<br />

sivil polisler ve nezaketten kabalığa, kabalıktan<br />

zorbalığa, zorbalıktan şiddete hafif tonlarda geçiş<br />

yaptılar. Karşısındaki adamların yüzlerinde oluşan<br />

ifadelerini, gözlerindeki bağdan dolayı zihnine<br />

kazıyamadı ama ses tonlarından, nasıl bir biçime<br />

büründüğünü görür gibi oldu.<br />

“Vatanı kurtarmak size mi kaldı lan, Gaspıralı da<br />

kim oluyormuş Hem milliyetçiyiz, ülkücüyüz diyorsunuz,<br />

hem de Andriç mi Solcenit mi nedir, onları<br />

okuyorsunuz! Kerkük’ten, Kırım’dan, Kaşgar’dan<br />

size ne lan! İşte yapmışsınız çenç, anarşistsiniz siz<br />

lan! Çenç yaparak mı vatanı kurtaracaksınız”<br />

Sorular, gerçeği anlama çabasından, düşüncelerini<br />

ve ülkülerini yargılama girdabına döndüğünde,<br />

sevdaları geçti gözünün önünden.<br />

İstanbul’a ilk geldiğinde, Türkiye’nin en iyi ve<br />

en eski bir okulunda okumak gururlandırmıştı onu.<br />

Daha birkaç ay geçmemişti ki Bahar’ı tanıdı. Aynı<br />

sınıftaydılar. Onun da Osmanlıcası çok iyiydi.<br />

İlk yakınlaşmaları, gündelik hayatın cümlelerini<br />

Osmanlıcayla yazarak başlamıştı. Bahar’ı,<br />

hafta sonu yapılacak seminere davet etmişti,<br />

100

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!