You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
FİKİR SANAT VE EDEBİYATTA TÖRE<br />
Bahar kabul ettiğini Osmanlıca harflerle bildirmişti.<br />
Bunu hatırladığında göz pınarlarında tomur tomur<br />
olan yaşlar, demirden ağır bir top gibi yuvarlandı<br />
içine doğru. Demir raylar yapılırken, onları taşıyan<br />
ustalar anlayabilir miydi içindeki bu ağırlığı! Onların<br />
gözlerindeki hayaller, “Han”larıyla beraber sorguya<br />
çekilmiş miydi Dünya coğrafyasında ne olduğunu<br />
anlama çabalarının günün birinde bir sorgu meselesi<br />
haline geleceğini nasıl bilebilirdi!<br />
“Rayları çenç mi yaptın lan!” dedi siviller. Demek<br />
ki düşündüklerini söze bulamıştı ve denize inen raylar<br />
dökülmüştü dilinden. “Hadi toparlan lan! Cevap<br />
ver şu sorulara!”<br />
Rayları, çenç yapmadığını, gasp edilen gemilerin<br />
onun gemisi olmadığını anlattı. Sorular çoğaldıkça,<br />
darbeler çoğaldı.Yüzüne, ayaklarına, karın boşluğuna<br />
indi yumruklar.<br />
“Sana gemi soran mı var, arabayı soruyoruz lan!<br />
Kaç arabayı çenç yaptınız ”<br />
Hiç bir zaman çenç yapmadığını… yapmadığını…<br />
yapmadığını söyledi. Yapmadığını söyledikçe, tenine<br />
şimşekler çaktırdılar. “Yapmadım” hecelerini<br />
tekrarlarken, şimşekler çoğaldı; gözlerinde, beyin<br />
hücrelerinde, dilinde, parmak uçlarında, böbrek<br />
yatağında, karaciğer ve göğüs kafesi üzerinde mahirane<br />
şedit vuruşlar yuvalandı.<br />
Vuruşların yuvalandığı yerlere, ıslak bir şeyler<br />
doldu. Ağzından, burnundan ılık, sıcak bir sıvı akmaya<br />
başladı. Bu boğazın ılıklığı olabilir miydi,<br />
masmavi seyrettiği Bahar’la; o ılık akıntıya mı<br />
bırakmıştı kendisini Dünya buraya mı üşüşmüştü<br />
Hangi gemiler batmış, hangileri kaçmıştı Rüzgarın<br />
esintisi, Ada vapurunda Bahar’ın saçlarını yüzüne<br />
mi savurmuştu Saçlarındaki ıslaklık, yağmurda<br />
ıslandığı günden mi kalmıştı<br />
Düşüncelerinden uzaklaşıp, kah bir beyazlığa kah<br />
bir griliğe büründü beyninin içi. Kendinden geçtiği<br />
anlarda, yakasından tutup sarstılar; kulaklarından<br />
eğip büktüler. Omuzlarını dikleştirmeye, gövdesini<br />
düzeltmeye çalıştılar. Her defasında benzer<br />
sözleri duydu: “Çenç mi yaptın lan! Kimler çenç<br />
yaptı, arkadaşlarının adlarını söyle! Ehliyetleri de<br />
değiştirdiniz mi! Sahte ehliyet de yaptınız mı! Ehliyetin<br />
nerde lan!”<br />
Hayır, hayır… Ne arabaları çenç yapmak, ne sahte<br />
evrak hazırlamak… Ehliyetim… Ehliyetim…Türkyurdu<br />
apartmanında, orada salondaki askıda asılı<br />
duran ceketimin cebinde… Hayır, hayır… Sadece<br />
seminer hazırladım, sadece konferans verdim, sadece<br />
okudum, sadece hocalarımı otobüse yetiştirdim.<br />
Sadece tabut taşıdım… Sadece tabut…<br />
Tabutun içindeki bir meyyit gibi yıkıldığında ne<br />
komiser yardımcılarının bir battaniyeyi beş yüz<br />
liraya sattıklarını duyabildi, ne beş yüz lira bulabilme<br />
umudunun olmayacağını düşünebildi..<br />
Şubattı aylardan ve beşinci gündü.<br />
Düştüğü yer, nemli, soğuk, betonlaşmış topraktı.<br />
Yanında beş yüz lirası olmayana örtü, ayaz ve buzdu.<br />
Beşinci günün üstüne eklenen on beş gece ve<br />
gündüzde, ayazladı, buz kesti her yeri. Moraran ten<br />
giysisine ayaz ve buz yapıştırıldı yakı olarak. On beş<br />
gece ve on beş gündüz asırlar boyu sürdü. Ancak, on<br />
beşinci gecenin sonunda Bahar’ın “İlişkimiz bitti”<br />
cümlesiyle ayılabildi ve bu cümle, içindeki yaralı<br />
çizgilere kocaman bir pankart gibi yapıştı.<br />
Bahar’ın gidişi terk ediş anlamı mı taşıyordu<br />
Başına gelecekleri bildiği için mi terk etmişti onu<br />
Sivillerle gelmese, Bahar’ın yanındaki o oğlana<br />
haddini bildirecek miydi Bu düşüncelerle yeniden<br />
buzlaştı yüreği. Bahar, ayazlı ve buzlu on beş gecede,<br />
kumral saçlı mavi gözlü bir oyuncak bebek gibi<br />
yüreğinde dona kaldı.<br />
Sayılı on beş gün ve gece bittiğinde “Giyin gidiyoruz”<br />
dedi emredici bir ses. Gidilecek yer neresi, nasıl,<br />
ne olacak düşünemeden çöktüğü duvar dibinden<br />
doğruldu. Doğrulduğunu zannetti. Ayakları tonlarca<br />
yük bağlanmış gibi ağırdı. Hamle yapıyor, bir türlü<br />
doğrulamıyordu. Ayak parmakları ve el parmakları<br />
iyice şişmişti. Açlıktan midesi kazınıyordu ama<br />
kafasının uğultusu ve kulaklarındaki çınlamalar<br />
açlığını bastırıyordu. Doğrulamayacağını görünce<br />
iki polis geldi, kollarından kuvvetle çekip ayakta<br />
sabitlemeye çalıştılar . Yalpalıyor, sallanıyor, bir<br />
türlü dik duramıyordu. Telaşla bir sandalye buldular<br />
ve çektiler altına. Oturttular. Ağzından suya benzer,<br />
ekmeğe benzer bir şeyler geçirildiğini fark etti.<br />
Damarları boyunca yürüdü su, oksijenlendi hücreleri.<br />
Beynine ulaştı glikoz tanecikleri. Kaç saat geçti bilemedi.<br />
Anlamlı bakabildiğinde etrafına, giydirdiler<br />
ve bir dehlizden çıkar gibi, ağır ağır aydınlığa doğru<br />
yükseldiler merdiven basamaklarından. Karanlıktan<br />
aydınlığa çıkarken yaşadığını ve düşünebildiğini<br />
fark etti. Bahar ve gemiler… Buzlar ve sıcak su<br />
akıntıları…Tuzlu suyla karışmayan tatlı su…Cenazeler…Beyazıt’tan,<br />
Fatih’ten kaldırılan gök ekinler…Toplamalar,<br />
biçmeler, kırıp geçirmeler, takipler…<br />
Gözleri güneşle buluştuğunda, kolundan ilk<br />
tutan polislerden hiç birinin olmadığını gördü<br />
yanında. Bahar’ı kaybettiği anda yanında beliren<br />
polis değildi bunlar. “Türkyurdu apartmanına<br />
101