04.02.2015 Views

Dr. DİLÂVER CEBECİ

Dr. DİLÂVER CEBECİ

Dr. DİLÂVER CEBECİ

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

FİKİR SANAT VE EDEBİYATTA TÖRE<br />

gidiyoruz” dediler. Sirkeci’den Fikirtepe’ye doğru<br />

yol aldılar. Apartmanda kimse yoktu. İkinci<br />

kata, kaldığı odaya çıktılar. Askıda, bahsettiği<br />

ceket duruyordu. Ceketinin ne kadar zamandır<br />

orda durduğunu hatırlayamadı. Kendisine ait bir<br />

şey görmek, içindeki yaşanmışlıkları kımıldattı.<br />

Arkadaşlarını, koşuşmalarını, okula alınmayışlarını,<br />

Ufuk’un İstanbul Teknik’e sokulmayışını.. En yakın<br />

arkadaşlarının Ufuk’un kollarında can verişini…<br />

Ceplerini yokladılar. Ehliyet yoktu. “Ehliyetin burada<br />

değil, nerde peki” “Ufuk!” dedi. “İstanbul Teknik!”<br />

dedi. “Hadii, bi de Teknik mi çıktı yav, arabaları orda<br />

mı çenç yaptınız yoksa” “Araba değil, Ufuk, Ufuk<br />

çenç…hayır, okula.. giremiyor.” Sıraladığı kelimelerin,<br />

karşısında yeni beliren polislerin zihninde bir<br />

anlamı olamadı.<br />

Sultanahmet’e çıktılar. Kuru fasulye-pilav yapan bir<br />

lokantaya girdiler. Siviller nasıl da merhametliydiler.<br />

Karnını doyurmak, olayların safahatını yeniden,<br />

yeniden anlamak ve anlattırmak istiyorlardı. Her şeyi<br />

yeniden anlatmağa başladı. İlgiyle, dikkatle dinlediler,<br />

dinlediler. Sonra, el-ağız yıkayacaklarını söyleyerek<br />

kalktılar masadan.<br />

Oturdu, bekledi. Bekledi, masadaki ekmek<br />

kırıntılarıyla oynadı. Şiş parmakları, kırıntılara kocaman<br />

gele gele yuvarladı onları. Çocukluğunda,<br />

bahçeli evlerle kurulmuş mahallesindeki futbol<br />

müsabakalarını hatırladı. Aşağı mahalle-yukarı mahalle<br />

takımlarını, takımlarının as oyuncularını…<br />

Çocukluk arkadaşlarını, dokuz kiremit oyunlarını ve<br />

kızların kendisini emniyetli bir kale gibi görmelerini…Ekmek<br />

kırıklarını yuvarladıkça, yakın mazinin<br />

en yakın odalarına yuvarlandı sayrılıkla. İstanbul’a<br />

gelişini, fakülteye kayıt yaptırışını, Bahar’la<br />

tanışmasını…<br />

“Abi, oturacak mısınız, masayı toplayayım mı”<br />

dedi çocuk-genç arası sesle bir garson. Oturacak<br />

mıydı, bilmiyordu ki! Polisler el-ağız yıkayacağız<br />

diye gitmişler ve sanki hamama dalmış gibi<br />

dönmemişlerdi. Etrafına bakındı. Onlardan birini<br />

görebilir miyim umuduyla arandı, sağına-soluna,<br />

ileriye-beriye baktı, baktı… Öylece üç saat geçti.<br />

Aklından bir an bile olsun kaçmak düşüncesi geçmedi.<br />

Oysa çıkıp gidebilirdi. Ama hesap görülmemişti<br />

daha. Suçsuzluğu nasıl anlaşılabilirdi ki giderse!<br />

Bekledi, bir saat daha geçti. Ekmek kırıntıları,<br />

geleceğin cümlelerine serpiştiriliyordu sanki. Ekmek<br />

kırıntıları bittiğinde, polisler gelmişlerdi. “Sirkeci’ye<br />

kadar gidiyoruz, muameleleri yapıp..”<br />

Muameleler çoktan yapılmamış mıydı zaten! Zihni<br />

ve bedeni dumura uğramış, damarlarına tükenme<br />

102<br />

sıvısı zerk edilmiş ve Bahar’ını yitirmişti. Bundan<br />

daha iyi muamele mi olurdu Ama demek ki yeni<br />

muameleler var kapıda…Bir on beş gün ve gece daha,<br />

buzun ve karanlığın içine mi salınacaktı, durmadan<br />

sorular sorulacak, küfürler yenilecek, bedenindeki<br />

bütün organlar yumuşturulup yumuşturulup tortop<br />

edilecekti, bu buydu bitmeyen muameleler… O an,<br />

evini, kardeşlerini, doğduğu şehri hiç göremeyeceğini<br />

ve bir daha oralara dönemeyeceğini düşündü.<br />

Lokantada hiç beklemeyip, kaçsa mıydı Hiç<br />

olmazsa bir kez ailesini görür, tarlalara gider, kar ve<br />

yağmurun toprakta bıraktığı izleri içine doldururdu..<br />

Sirkeci’ye geldiler. Siviller emniyette, bir çok<br />

odaya girdiler, çıktılar. Ellerinde kağıtlar, daktilo<br />

sesleri dağılırken odalardan, o bekledi,<br />

bekledi. Boynu bükük, içi yaralı…Umutları sönük,<br />

kalbi kırık…Yeni bir budanma kapısından girmek<br />

için cesaretini toplamak istedi. Ailesine haber<br />

verecek birilerini bulsa…Herkes yollara düşmüştür<br />

şimdi… Babası, dayısı, yeğenleri…<br />

Siviller, ellerinde büktükleri kağıtlarla tam önünde<br />

durdu ve birisi elini ilk karşılaştıkları zamanki gibi<br />

dirseğinin içinden tutarak ve hafifçe yüzüne doğru<br />

eğilerek “Serbestsin!” dedi.<br />

Bu kelimenin anlamını kavraması mümkün olmadı<br />

önce. Serbestlik, neyin serbestliğiydi Dokunulmayacağının,<br />

bedenine azap verilmeyeceğinin mi,<br />

yoksa her şeyi yapmanın mümkün olacağının mı<br />

Yüzüne dikkatle bakan sivil, “Oğlum anlamadın<br />

mı, gidiyorsun, hadi!” dedi.<br />

Nereye, nasıl gidebilecekti Bunu bir kaç saat<br />

düşündükten sonra bulabildi. Doğduğu şehre dönmekten<br />

başka çaresi var mıydı<br />

Yemyeşil çamların arasından, karlar içinde yol<br />

aldı otobüs ve doğduğu şehre geldi.<br />

Annesi, babası, kız kardeşleri kucakladı onu. Onun<br />

kucaklayacak hali yoktu. Gözlerindeki ışık, bir kibritin<br />

sönmek üzere olan ışığı kadardı. Dili fersiz, gözü<br />

fersiz, aklı fersizdi. Yüreğindeki sesler donmuştu.<br />

Nasıl olduysa, bir mucizevi söyleyişle “İyiyim, bir<br />

şeyim yok, merak etmeyin, beraat ettim” diyebildi.<br />

Şubat sonundan Eylül’e kadar doğduğu şehirde<br />

kaldı. Bahar’ı ve hayatının baharını geri getirip<br />

getiremeyeceğini düşünerek…<br />

Eylül’den sonraki Aralık’ta, askerler geldi doğduğu<br />

evin kapısına. “İstanbul davaları, Mamak davasıyla<br />

birleştirildi, sizi Mamak’a götüreceğiz!” dediler.<br />

Ellerine kelepçe takıldığında, gözyaşları yağmur<br />

gibi akan annesi ve kardeşlerine “Hayatımızın başka<br />

baharları olmayacak mı ” diye soruyordu.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!