Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
FİKİR SANAT VE EDEBİYATTA TÖRE<br />
nihayet tren yavaşlıyor ve duruyor. Perona ayak<br />
basıyoruz.<br />
Burası küçük ve tenha bir istasyon. Merdivenler<br />
nispeten az. Bir solukta çıkıyoruz. Şimdi istasyonun<br />
önündeyiz. Etrafıma bakınıyorum. İstasyonun kare<br />
şeklinde kapısı ve sivri çark örtülü bir çatısı var.<br />
Sırtım kapıya dönük. Sol taraftaki caddeye (Replingham<br />
Road) geçip yürür ve sağdan ikinci sokağa saparsam,<br />
Cengiz Dağcı’nın evinin sokağını bulmuş<br />
olurum. Heythorp Street, 104 numara… İnternetten<br />
bu sokağa gelmiştim. İstasyonun önündeki küçük<br />
meydandan karşıya geçiyorum. Cadde boyunca<br />
15-20 metre kadar yürüyorum. İşte, sağdan ikinci<br />
sokağın girişi burası. Tabelaya bakıyorum: Heythorp<br />
sokağı yazıyor. Rahat bir nefes alıyorum. Şimdi 104<br />
numarayı bulana kadar yürümeliyim. Yürüyorum…<br />
Yaklaşık 8-10 dakika yürüdükten sonra bembeyaz<br />
kapılı, bembeyaz panjurlu, kırmızı tuğlalı, diğer evlerden<br />
daha genişçe yer kaplayan bir evin önünde<br />
duruyorum. Ve kapının ziline basıyorum. Kısa bir an<br />
sonra kapı açılıyor. Kucağında 6 aylık bir bebekle<br />
sarışın, ince, güzel bir hanım görünüyor. “Cengiz<br />
Dağcı’nın evi burası mı” diye soruyorum. “Hayır.”<br />
diyor. Evin kapı numarasına bakmak aklıma geliyor.<br />
Kapıdaki numara 105. Cengiz Dağcı’nın evi ise 104<br />
numara. Bu genç anneden özür diliyorum. “Önemli<br />
değil.” diyor ve güler yüzle tekrar evine çekiliyor.<br />
Ayten, “Heyecandan adresi şaşırdın.” diyor. Gerçekten<br />
öyle, numaraları karıştırdım. Hemen yolun<br />
karşı kaldırımına geçiyorum. Çift numaralı evler<br />
orada. Biraz geriye doğru yürümemiz gerekiyor.<br />
Cengiz Dağcı’nın evi<br />
Ve işte kırmızı tuğladan, beyaz çerçeveli pencereleri<br />
ve kahverengi kapısı ile 104 numaralı ev karşımızda.<br />
Evin bitişiğindeki diğer evler beyaz boyalı. Sadece<br />
Cengiz Dağcı’nın evi kırmızı tuğlalı cephesiyle,<br />
arayanlara sanki: “Ben buradayım.” diye sesleniyor.<br />
İçerde ışık yanıyor. Kapı aralık. Evin önündeki<br />
ufak bahçe, solda demir bir giriş kapısı ve tuğla duvarla<br />
sınırlı. Evin önünde gümrah ve hayli uzamış<br />
bir ardıç ağacı var. İçeri girince mutfak olduğunu<br />
öğreneceğim yerin penceresini, hatta ikinci katta<br />
bulunan yatak odasının penceresini de bütünüyle<br />
kapatıyor. Zile basıyorum. Biraz bekledikten sonra,<br />
aralık kapıyı itip hole giriyorum. Bu arada Cengiz<br />
Dağcı da içerinden çıkıp holde görünüyor.<br />
Yarabbi sana şükürler olsun… 1970’li yıllarda<br />
adını öğrendiğim, eserlerini okumaya başladığım<br />
ve bugüne kadar kendisinden asla kopamadığım,<br />
gurbetteki bu Türk romancısı ile işte nihayet karşı<br />
karşıyayım. Elinde eğri boyunlu sarı bastonu, üzerinde<br />
kolları sıvalı açık yeşil gömleği, lacivert pantolonu<br />
ile karşımda bir asır duruyor. Yumuk gözleri,<br />
değirmi yüzü, gür kaşları ve tatlı gülümsemesiyle<br />
“ Hoş geldin İsa Kocakaplan.” diyor. İçeriye buyur<br />
ediyor. Önce ellerinden öpüyorum. Bu eller, yıllar<br />
yılı onun beyninden binlerce sayfalık 25 kitap sağdı.<br />
Londra’da bir Türk adası olan evinden Türkiye’ye,<br />
Türkiye Türkçesinde milyonlarca kelime ile milyonlarca<br />
kere merhaba dedi. Yurtdışına gidişinin ikinci<br />
yılında Türkçeyi unutanlara inat, 65 yıl boyunca<br />
ne yazdı ise Türkiye Türkçesi ile yazdı. Türkçemizin<br />
zenginleşmesi için, Londra’dan sanat eserleri<br />
halinde Türkçe demetleri gönderdi İstanbul’a. Bizim<br />
Türkçeyi budamakla uğraştığımız yıllarda, o çizgisini<br />
hiç değiştirmedi. Mübarek Türkçeyi Varlık’ta iken<br />
de Ötüken’de iken de anne sütü lezzetiyle kullanmaya,<br />
yazmaya, konuşmaya devam etti. İyi derecede<br />
İngilizce, Rusça; orta derecede Almanca ve Lehçe<br />
bilen bu adam, Kırım Tatarcası ana dili olan bu güzel<br />
insan, dünyaya mesajını Türkiye Türkçesi ile vermeyi<br />
tercih etti. Dağcı 20. yüzyılın ikinci yarısında<br />
Türkiye Türkçesini en istikrarlı, en tabii ve derin bir<br />
aşkla kendiliğinden kullanan yazardır. Bir dil ödülü<br />
verilecekse, o konuda ilk düşünülecek yazar Cengiz<br />
Dağcı’dır. Biz yaklaşık 50 yıl boyunca öz ve üvey<br />
Türkçe diye çekişirken, o bu tartışmalara girmeye<br />
asla tenezzül etmedi ve Türkiye’den binlerce kilometre<br />
uzakta, yabancı bir diyarda, kozasını Türkiye<br />
Türkçesi ile ördü.<br />
İşte ben bu dil kahramanının yıllarını geçirdiği mabedindeyim.<br />
Birlikte salona geçiyoruz…<br />
Buradaki bitişik nizam evler ikişer katlı. Her iki<br />
ev birbirinin simetriğini oluşturuyor. Giriş kapıları<br />
birbiri ile komşu, üç metre boyunda 1,5 metre<br />
eninde bir giriş holünden sonra, soldaki binada sola,<br />
sağdakinde de sağa dönülerek mutfağa ve evin arka<br />
tarafında bulunan büyükçe salona giriliyor. Her evin<br />
önünde yaklaşık 5x2 metre ebadında küçük bir bahçe<br />
bulunuyor. Bahçe duvarları, demir bahçe kapıları<br />
neredeyse bir örnek. Arkadaki salon, evin geniş<br />
bahçesine bakıyor. Salonun arka bahçe tarafında kapı<br />
boyunda iki kanatlı iki pencere var, aynı zamanda<br />
kapı vazifesini görüyorlar. Bunlardan herhangi birini<br />
açıp bahçeye çıkabilirsiniz. Arka bahçeye çıkışta,<br />
yine giriş kapısının önünde olduğu gibi bir veranda<br />
var. Zemini beton. Tam ortada bulunan bir kapı yerinden<br />
bahçeye geçiliyor. Bahçe bakımsız. Sarmaşıklar<br />
her tarafı işgal etmiş, ağaçların dalları budakları<br />
uzamış, yayılmış. Bahçenin zemini otlarla kaplı.<br />
47