Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
FİKİR SANAT VE EDEBİYATTA TÖRE<br />
katkısı, kendine has üslup özelliği, dünya kültür<br />
mirasına aktarımlarıdır; ideolojik yaklaşımlar, işlenen<br />
konunun arzulanan tezle ele alınıp alınmadığı değil.<br />
İngilizce yazan, eserlerini başkalarının Türkçe’ye<br />
çevirdiği yazarları dünyaya Türk yazarı diye yutturmaya<br />
hakkınız yok! Hele o kişilere Türk Edebiyatı’na<br />
üstün hizmet madalyaları takmaya kalkışmanız sadece<br />
âbesle iştigal etmek demektir...<br />
2. Almanya’da Türkçe yazanlar:<br />
1960’larda başlayan, 70’li yıllardan itibaren çoluk<br />
çocuğun çıkıp gelmesiyle artık kalıcı döneme giren<br />
Batı Göç’ümüzün, saza, söze, kaleme hasret ekseni<br />
etrafında konu olması kaçınılmazdı; elbette Türkiye’de<br />
yaşayan edebiyat insanlarının bu uzak coğrafyada<br />
yükselen kendi dilinden seslere yabancı kalması<br />
beklenemezdi, Anadolu’nun “buğday benizli” ya da<br />
“kara bıyıklı” adamlarının bu yeni coğrafyadaki ruh<br />
hallerini ele alan şiirler, romanlar, hikâyeler yazmaya<br />
başladılar. Her ne kadar o yıllarda buralara gelip<br />
insanlarımızı gözlemleme imkânına sahip olabilen bu<br />
kalem erbâbının çoğu batıya âşık, enternasyonal ya<br />
da hümanist düşüncelere sahip kişiler olsalar da Batı<br />
Avrupalıların hiç de uzaktan görüldüğü gibi dünya<br />
insanlarının kardeşliği tezlerine pek de rağbet etmediklerini,<br />
çarkların başka amaçlarla gıcırdadığını<br />
farkedince pek bozuldular ve galiba farkında olmadan<br />
reaksiyoner bir tavır geliştirerek “bizlik” değerlere<br />
sarıldılar. Bazıları sınıfçı yaklaşımdan bütünüyle<br />
kopamayıp işi “gönüllü köleler” veya “beyaz zenciler”<br />
düzleminde ele aldılar; amaçları o olmadığı<br />
halde, farkında olmadan sonunda milli bir çizgiye<br />
varıp oturdular. İlk cümlelerine sabah akşam vuran<br />
klise çanları, dinsel kılıklarıyla sokaklarda dolaşan<br />
zangoçlar, anaokullarında, hastanelerde görev yapan<br />
kara giysili rahibeler, iş yerlerinin, resmi dairelerin,<br />
sınıfların giriş kapılarına asılmış istavrozlardan<br />
söz ederek başladılar. Bütün cümlelerine bir hayâl<br />
kırıklığı, yarı yolda bırakılmışlık ve buna duyulan<br />
öfke sinmişti; zira şu ya da bu sebeplerle Avrupa’da<br />
bir süre yaşamak zorunda kalan Türk hümanistleri,<br />
kendilerine diplomatik yaklaşmak zorunda olmayan<br />
sokaktaki adamın entel-sıradan farkı gözetmeden<br />
Türklere ve diğer doğu halklarına bakışını bütün<br />
çıplaklığı ile görme talihsizliğinden (!) kaçamadılar.<br />
Kendilerini birdenbire Türkiye’de kuramsal olarak<br />
varsaydıkları, ancak kuruntu-kurgularla ele alabildikleri<br />
katı sınıfçı, dışlayıcı, paralel toplumlar<br />
oluşturucu hayat biçiminin içinde bulunca şaşırdılar;<br />
soydaşlarını aşağılayan seçim afişlerini görünce,<br />
Türk çocuklarının toptan geri zekâlı olduğunu iddia<br />
eden Sarazinvari yaklaşımları işitince öfkelendiler ve<br />
200 yıldır Türk toplumunu kuyruğuna bağlamak için<br />
çaba sarfettikleri “garp” medeniyetini kınayan eserler<br />
yazmaya giriştiler. Özellikle Türk solunun hemen<br />
bütün tanınmış yazarları konuya hep bu düşkırıklığı<br />
açısından yaklaştılar.<br />
Her ne kadar Avrupa’daki Türklerin dil ve kültür<br />
pınarı Türkiye’de Türk edebiyatının durumu pek de<br />
farklı değilse de, Almanya’da Türkçe okur sayısındaki<br />
kısırlık, aslında 50 yıldır çığlık çığlığa katlanarak gelen<br />
acı bir gerçektir; öteden beri devlet de, çok bilmiş<br />
aydın kesimi de bu acı gerçeği görmemezliğe geldi;<br />
hatta içlerinden Batı Avrupa’daki Türk çocuklarının<br />
anadillerini geliştirmeleri için buralara öğretmen<br />
gönderilmesine dahi karşı çıkanlar oldu.(4) Eğer<br />
bugün burada Avrupa’da yaşayan Türkler arasında<br />
Türkçe’nin geleceğini tartışmak zorunda kalmışsak,<br />
bunun suçlusu, köklerinden koparak ekmek parası<br />
uğruna Avrupa’nın dört bir yanına buğday taneleri<br />
gibi dağılan insanlarımızla 1960 öncesi İsviçre Alplerine<br />
kayak yapmaya gelen dostlarını aynı kefeye<br />
koyan ve çocuklarımıza Türkçe öğretilmesine karşı<br />
çıkan o sömürge aydını kafalılarındır.<br />
Kendi kültür temelleri üzerinde yazmaya devam<br />
eden edebiyatçılar ise Türkiye’de ötedenberi sol kesim<br />
tarafından nasıl yok sayılmaktaysalar, işin tabiatı<br />
gereği Alman edebiyat çevrelerinde de ilgi göremediler.<br />
Gelinen noktada ilk dönemlerde gerek Almanya<br />
Türklerini konu edinen(5) gerekse Almanya’da<br />
yarı Türkçe yazanlar açısından da meydan, galiba<br />
ekmeğini yediği elin düdüğünü çalmayı aslî görevleri<br />
sayan sözümona Türk asıllı yazar takımına kaldı;<br />
yaptıkları tek iş de, meselâ Alman toplumunda da<br />
fazlasıyla rastlanan ve Almanların “aile dramı”<br />
kavramıyla betimledikleri aile içi şiddet gerçeğini,<br />
söz konusu Türkler olunca ballandıra ballandıra ve<br />
Alman kamuoyunda Türk kültürünün bir ögesi gibi<br />
algılanacak biçimde “namus cinayetleri” serileriyle<br />
dillerine peleseng edenlerin çarpık denemelerine<br />
hapsolmaktan ibaret... Gene de bu kişilerin akıllı<br />
adamlar olduklarını itiraf etmeliyim; zira Avrupa’da<br />
şöhret olmanın yolu, her çağda, Türk aleyhtarlığı yapmaktan<br />
geçer. Siz hiç Amerika’ya söven, Fransa’dan<br />
Cezayir’de, Belçika’dan Kongo’da döktükleri kanın<br />
hesabını soran bir yazarın Nobel Barış Ödülü aldığını<br />
işittiniz mi<br />
3. Almanca yazan Türk asıllı yazarlar ve edebiyat<br />
Avrupa’da Türkçe’nin Geleceği’nin tartışıldığı bu<br />
çalıştayda Almanca yazan Türk asıllı yazarlar konusunda<br />
fazla bir şey söylemek istemiyorum; zira bu ya-<br />
61