You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
FİKİR SANAT VE EDEBİYATTA TÖRE<br />
okuduk. Şehitlerimize dua ettik. Suluova Ocak<br />
Başkanı’nın konuşmasından sonra ben sahne aldım.<br />
Tam karşımda arkaya doğru 5. sıradaydılar ama yan<br />
yana oturuyorlardı...<br />
En son okuduğum eserin “Haydi yiğit haydi yeni<br />
akına, Ülkümüzün cihan varsın farkına” ile biten<br />
finali sırasında Bekir ile Gültekin’in oturduğu<br />
bölümde büyük bir patlama sesinin maalesef canlı<br />
şahidi oldum. Şerefsizler daha önceden sandalyenin<br />
altına bir bomba yerleştirmişti...<br />
Patlamanın olduğu kısımda daha doğrusu vahşet<br />
ve katliam anında en az 20 adet sandalye paramparça<br />
olmuştu. İnsanlar büyük bir korku ve can<br />
havliyle 5-6 saniye gibi kısa bir sürede salonu terk<br />
ettiler. Terk ederken kiminin kolu, kiminin bacağı,<br />
kiminin parmağı kopmuş ve salonda kalmıştı... Salona<br />
yayılan duman ve tozdan göz gözü görmüyordu.<br />
Ağlayanlar, bağıranlar ve feryatlar dinmek bilmiyordu.<br />
Ayrıca tuhaf bir koku da salonu kaplamıştı...<br />
Patlamadan tahminen 15 saniye sonra herkes gibi,<br />
kuliste bulunan sanatçılarımız da salon dışına<br />
çıktı... Salonda sadece Ozan Arif, ben ve birkaç genç<br />
kalmıştı... Herkes bağırıyordu ama kimse kimsenin<br />
sesini duyamıyordu... O anda patlamanın olduğu<br />
yerde duman arasında iki genç ve yerde sandalye<br />
parçalarının arasında birisini görünce;<br />
Eyvah... Gitti çocuk gitti diye bağırdım. Ozan’la<br />
beraber daha yakına gidince olayın ne kadar vahim<br />
olduğunu öğrendik. Uzaktan çocuk olarak<br />
gördüğümüz beden Gültekin’e aitti ve maalesef<br />
belden aşağı kısmı ortalıkta görünmüyordu... Gültekin<br />
hala yaşıyordu ve 3-5 saniye kadar umutsuz<br />
gözlerle bize baktı ve sonra ebedi olarak dünyaya<br />
veda etti... Kolunda bulunan saat ise 21.22’de<br />
durmuştu...<br />
Gecenin bir karanlığında askerî konvoy eşliğinde<br />
Suluova’dan Merzifon yol ayrımına kadar bir<br />
ülküdaşımızın dolmuşu ile ulaştık. Gecenin dondurucu<br />
soğuğunda arabanın kaloriferleri yanmıyordu<br />
ve piknik tüpünün verdiği kısık alevle, yaşadığımız<br />
vahşetten zangır zangır titreyen bedenlerimizi<br />
ısıtmaya çalışıyorduk. Yaklaşık yarım saat sonra<br />
Merzifon yol ayrımına geldik. O dönemlerde<br />
şimdiki gibi ne son model özel arabalarımız, ne cep<br />
telefonlarımız ne de filtreli sigara içebilecek kadar<br />
lüksümüz yoktu. Gecenin bir yarısında burada bizden<br />
başka otobüs bekleyen kimseler bulunmuyordu.<br />
O anda can pazarında ve her taraftan açık bir hedef<br />
durumundaydık. Üzerimizde herhangi bir saldırı<br />
anında kendimizi koruyabileceğimiz çakı(!) bile<br />
yoktu. Merzifon yol ayrımında sabahın ilk ışıklarına<br />
doğru bir vakitte bizi, Ankara’ya ulaştıracak<br />
şehirlerarası otobüsü ancak bulabilmiştik. Otobüse<br />
biner binmez sanki bitmeyecekmiş gibi gelen zaman<br />
içinde daha birkaç saat önce yaşadığımız olaylar<br />
yüzlerce defa bir film şeridi gibi geldi gitti. Herkes<br />
hüngür hüngür ağlıyordu ama sesimizi kimseler<br />
duymuyordu. Ankara’ya ulaştık. Ancak aynı gün<br />
Zonguldak’ta konserimiz vardı. Şehir merkezindeki<br />
eski bir sinema salonunu dolduran Zonguldak halkı<br />
bir gün önce Suluova’da yaşanan katliamı, sahneye<br />
en son çıkan Sayın Ozan Arif’ten öğrendiler. “Ağıt”la<br />
ağladılar... “Yemin”le bilendiler... Bizler sahnenin<br />
arkasındaki kuliste sanatçımızı dinliyorduk. Kulise<br />
ağlayarak giren ilk kişi Zonguldak Ocak Başkanı<br />
oldu... Sakin görünmeye çalışıyordu ama gözlerinden<br />
akan yaşlar titreyen dudakları üzerinden resmen<br />
süzülüyordu... En son sözleri hala kulağımızda<br />
çınlıyor...<br />
“Mümkün olsaydı ki, gideni gözyaşı akıtarak geri<br />
getirmek;<br />
İnanın ben bu gün Zonguldak’ı sele boğardım...”<br />
Bekir ÇON ise patlamadan hemen sonra tekbir<br />
sesleriyle Merzifon Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.<br />
Daha sonra durumu ağır olduğu için yaralanan<br />
diğer arkadaşları ile birlikte Ankara Yüksek İhtisas<br />
Hastanesi’ne kaldırıldı. Burada bir müddet tedavi<br />
görmesine rağmen kurtarılamadı ve 3 Aralık 1977<br />
gecesi saat 23.00 sıralarında hakkın rahmetine<br />
kavuştu.<br />
Hastane önünde yapılan hazin bir törenden<br />
sonra memleketi olan Havza’da toprağa verildi...<br />
Ruhlarınız şad olsun aziz dostlar...”<br />
“Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır.<br />
Korkunç denilen silah, ölebilen insandır.”<br />
Bekir ÇON(OĞLU)<br />
08