FİKİR SANAT VE EDEBİYATTA TÖRE“Horosan meskenim, Bakü, menzilimAlmaata yaylam, Ankara sevgilimAşkabatta aşkım, Taşkentte dilimKöñlüm, Semerkantta yatar Türkistan.”(Y.K., s.88)Uçkun’un Özbek Türkçesi ve diğer Türk Lehçelerininyanında, Farsça, Arapça, Urduca, Puştunca,Tacikçe, İngilizce gibi dilleri son derece iyi bilerekşiirlerini bu dillerden aldığı kelimeler üzerine inşa etmesionda, “Kozmopolit bir şiir dili”nin oluşmasınazemin hazırlamıştır. Uçkun, Türk Dünyası’nın heryerinde anlaşılabilecek ortak bir dil yaratma kaygısıiçerisindedir. Yukarıda saydığımız dillerle yazılanşiirlerinin yanında, kozmopolit bir dil ile yazdığışiirleri daha ağırlıktadır. Onun bu şiirlerini ilk bakıştaanlamak güç gibi görünse de, bir süre sonra onun şiirdiline alışıldığı görülecektir. Onun böyle bir kaygıiçerisinde olması, siyasi sınırlarına önem vermediğiTuran coğrafyasını ortak bir dil üzerinden telkinetme çabası olarak algılanmalıdır. Böylesi bir şiir dilive üslubuna sahip olan Uçkun’un, tek bir edebi dünyayabağlanması yerine, tüm Türkistan coğrafyasınınmillî şairi olarak görmek ve değerlendirmek yerindeolacaktır.“Şair, bir milletin namus bekçisi olduğu gibi, omilletin vicdanıdır da. Milletin vicdanı olduğu için,sosyal hayatın vakaları şairin gönlünde sükût bulurve edebi metin, şairin gönül aynasında vakaların birmilli vicdan terazisinde tartılarak incelenmesi oluverir.“(14)Türk Şairler için bu durum göz önünealındığında cephede bizzat bulunarak ya da minberlerdevaazlar vermek suretiyle bu namus bekçiliğiniyapanların yanında, doktor olmasına rağmen millimücadele döneminde bu milletin namusuna sırtınıdönmüş şairlerimiz de mevcuttur. Burada bahsi geçen“Namus bekçiliği”, “Vicdan terazisi” kavramlarınınUçkun için de yerinde söylenmiş sözler olduğumuhakkaktır. O yalnızca yaşadığı dönemin namusbekçiliğini yapmayarak, Türk Milleti’nin tarih öncesiçağlarına da gider ve her iki dönemin birden namusbekçiliğini yapar. Bu vicdan bekçiliğinin sonucundaortaya koyduğu edebi ürünler ise, onun hilesiz terazisindegerçek değerini bulur. O bekçiliğini yaptığımilletinin namusuna asla leke sürdürmez. Namusunaleke sürülmek istenen millete olan mensubiyetiniunutmaz ve bu milletin namusu benim namusumdurdiyerek Türkistan’da ağlayan Türk anaları ile birlikteağlar:Baka kaldık, Kazak Kırgız giderkenİlimizi, kanhor(15) düşmanlar yerkenBize geldi sıra, ‘Bize ne?’ derkenBen ağlarım sen ağlama desen de(…)Zalim düşman il-bağrını dağlarkenŞehid kanı, pınar olup çağlarkenTürkistan’da, Türk anası ağlarkenBen ağlarım sen ağlama desen de. (Y.K., s.86)Uçkun’un edebi şahsiyetini bir cümle ile belirtmekgerekirse onun için: ”Sibirya’dan Güney Türkistan’a,Çin hududundan Bosna içlerine kadar olan binlercekilometrekarelik Türkistan coğrafyasını şiirlerinesığdırabilmeyi başarabilmiş adam” demek yerindeolacaktır. Onun şiirleri incelendiği zaman mutlaksuretle, bu coğrafya içerisinde bir yerlere uğrar,soluklanırsınız. Uğrayıp soluklanacağınız bu yer;kimi zaman Semerkant Buhara, kimi zaman KıbrısBosna, kimi zaman da Anthoy İstanbul ve niceleridir…Onun şiirlerinde her şey yerli yerindedir. Ne zamanne denmek, ne verilmek istenmişse o mısrada mutlakaonun karşılığı bulunur. Tarih sayfalar içerisindebir yolculuk içerisinde bulunulduğu için tarihi olayve şahıslara Uçkun, sık sık telmihlerde bulunmuştur.O, bizi bu tarihi olay ve şahsiyetlerle yüz yüze getirerek,onlar üzerinde sorgulamalar yapmamıza olanaksağlar. Zira; onlar üzerine yapılacak sorgulamalarTürk Tarihi üzerine yapılacak sorgulamalardır.Bu sorgulamaları yapan bireyler ise, Uçkun’un ortayakoymaya çalıştığı tarih bilincine vakıf bireylerolarak filizlenip, yeşerecektir.Uçkun şiirlerini ikilikler, dörtlükler, beşlikler kimizaman da serbest biçimde kaleme almıştır. Uçkun,serbest biçimde kaleme aldığı hemen hemen bütünşiirlerinde vezin olarak Aruz veznini kullanmıştır.Bu şekilde şiirler kaleme alan Uçkun, zaman zamanbayram tebrik kartlarının üzerine de bir dörtlükyazarak sevdiklerine göndermiştir.“Ergeş Uçkun, Güney Türkistan’daki şiirlerini, sonMeymene Hanı’nın oğlu Ebul Hayri Han tarafındankendisine “...senden Abdurrauf Fıtrat’ın sesi geliyor,tahallusun(16) bundan sonra Fıtretî olsun” denildiğiiçin Fıtretî mahlasıyla yazmıştır (17). GençliğindeOğlak oyununu oynadığını ve “Çapandaz” lakabınıtaşıdığını biliyoruz. Belki de bu sebeple, sonrakişiirlerinde “Çapandaz” ve “Uçkun” mahlasını kullanmış,düz yazılarında ise “Yazan-Elhac ErgeşUçkun” imzasının yanına mutlaka “Çapandaz” lakabınıeklemiştir. Bazı yazılarında ise sadece “Çapandaz”imzası vardır”(18).59
FİKİR SANAT VE EDEBİYATTA TÖREUçkun’un Çapandaz mahlasını kullandığıyazılarında, Amerika’da kurduğu ÇapandazCemiyeti’nin de simgesi olan “At nalı” figürü yeralır. Bu figürün altında, Chapandaz Society veFounder: Ergeş Uçkun (Çapandaz Cemiyeti, Kurucu:Ergeş Uçkun) notu yer alır. At nalı biçimindekibu figürün içerisinde ise şunlar yazar: “Kaysıtarihni açıp körseng atımnıng izleri damğa damğasafhalarğa nakş bolğan diydiler.”Uçkun’un, ilk dönem şiirlerinde Fıtretî mahlasınıkullanmasını, onun kaleminin ne kadar güçlü olduğunoktasında son derece önemli ve dikkat çekici buluyoruz.Zira onun Özbek Edebiyatı’nın en güçlüşairlerinden birisi olan Abdurrauf Fıtretî’nin sesinin,Uçkun’dan da gelmesi, tüm yönleriyle değerlendirilmesigereken ayrı bir çalışmanın konusudur.Dolayısıyla biz böyle bir yakınlığa değinmekleyetineceğiz.Fıtretî mahlasından sonra kullandığı “Çapandaz”mahlası hakkında ise Uçkun kelimenin açıklamasınıyaparak Çapandaz hakkında şunları söyler: “Çapandazkelimesi, Türkçe ve Farsça karışımı birkelimedir ve Çap-Endaz’ın kısasıdır. Çapmak veyachapmaq, Orta Asiya Türkçesinde koşmak demektir.Türkiye’de bir çocuğa “Koş koş babanı çağır”dersiniz. Horasan’da bu cümlenin yerine: “Çap çapatañnı kışkır” dersiniz,Çapmak’ın ikinci manası bir şeyi başka keskin birşeyle enine bir darbada(19) ikiye ayırmaktır, örneğinağacı önce çapar ve yıkarsınız ve sonra yararsınız,kesmek değildir, kesmek yavaş yavaş bir kaç hareketleolur ve bıçmak (20) ta değildir,Horasan’da bir atasözü şöyle der: “At çapmazbaht çapar”.(…)Endaz kelimesi ise, atmak demektir, bu durumdaÇapandaz:At çaptırıp, kelle çapan ve neyze(21) atan atlıkişi” demek olur ve bugün Türkistan’da özel atlarla,Oğlak denilen ve atlılar tarafından oynananoyunda, Oğlak veya buzağı leşini tartatışan(22) biridiğerinden kapıp gol noktası ve Helal Dairesinetek başına götürebilen kişi veya Oğlakçıya verilenlakabdır ve at sporcusu anlamını taşır.”Uçkun’un verdiği bilgilerden de anlaşılacağı üzereÇapandaz, Türkistan coğrafyasında oynanan Oğlakoyununda(23) başarılı olan atlılara verilen addır.Dolayısıyla Çapandaz, diğer at binicilerinden üstünbir niteliğe sahip olup herkesin çapandaz olma şansıyoktur. Bir anlamda Uçkun, çapandaz ismini kullanaraküstünlüğünü belirtmek istemiş, baş koyduğubu yolda başarılı olduğunu belirtmek istemiştir. Birşiirinden ise Uçkun, kendi çapandazlığının ne demekolduğunu çapandaz isimli şiirinde şu şekilde belirtir:“Beşer firanesiniñ ünvanıdır çapandazHilkat hikayesiniñ, divanıdır çapandazBozkurd teranesiniñ destanıdır çapandazAltay bilen Alplarnıñ, volkanıdır çapandazAttilla’nıñ, Cengiz’niñ, Cevlanıdır ÇapandazYav derdiniñ devası, dermanıdır ÇapandazTürk-ü Tatar-u-Tacik, imanlı ehli TuranDilbend Gültekin Han, ferzendi Bümin KağanÜç yüz milyon bahadır, üç yüz milyon kahramanSavaş meydanlarında yanhın kasırga TufanAttilla’nıñ, Cengiz’niñ, Cevlanıdır ÇapandazYav derdiniñ devası, dermanıdır Çapandaz(…)Çapandazlık şuardır asla tükenmes yitmesBir ateşyn mizacdır, yanhın alev eritmesTâ düşmenden eser bar, cehd-ü-cidali bitmesAhir oğlaknı almay, ma’rekeni terk etmesAttilla’nıñ, Cengiz’niñ, Cevlanıdır ÇapandazYav derdiniñ devası, dermanıdır Çapandaz”(Y.K., s.135-136)Uçkun, Attilla’nın, Cengiz’in yolu olaraknitelendirdiği çapandazlığı, dertlerin dermanı vedevası olarak görür. Bir anlamda Uçkun, Attillave Cengiz ile aynı yolun yolcusu olduğunu belirtmekister. Attilla ve Cengiz gaza meydanlarındaat üstünde çapandazlık yaparken, Uçkun ise davameydanlarında çapandazlık yapmıştır. Uçkun’unbütün bu mücadelelerini düşününce insanın aklınaTürkiye’de 1974 yılında “Vahşi Atlılar”(24) adıylagösterilen, başrolünde Ömer Şerif’in oynadığı filmve bu filme ilham kaynağı olan Joseph Kessel’in“Atlılar” adlı romanında anlatılan Özbek Türklerininmücadeleleriyle birlikte, bir ucu sonsuz ufuklaradayanan bozkırlardaki at üzerinde oynanan Türkoyunları geliyor.“Gardi geç başını hafifçe eğdi:-Gökkubbenin altında çok yer ve sevilecek çok kişivar. Aynı görüşte değil misin?-Hayır dedi Tursen, hayır. Herkesin dostu olan hiçkimsenin dostu değildir.-Öyleyse sen neye önem verirsin?Tursen bozkıra doğru parmağını uzatarak:-Ona… Ve değerli atlara… Ve birkaç iyi çopendoza,dedi” (25)60