muş.sessizce pipomu içiyordum. Yangının ışığında, kollarıhavada koşuşanları izlerken, şişman, bıyıklı adamelinde teneke bir kovayla koşarak ırmağa geldi, banaherkesin 'Çok iyi, çok iyi' davrandığını söyledi, bir litrekadar su alıp koşarak geri döndü. Kovasının dibinin delikolduğunu farkettim.«Ağır ağır yukarıya doğru yürüdüm. Aceleye gerekyoktu. Kulübe bir kibrit kutusu gibi parlayıvennişti.Yalazlar yükselmiş, herkesi püskürtmüş, her yeri aydınlatmış,sonra dinivermişti. Kulübe, hızlı hızlı parlayanbir kor yığınına dönüşmüştür şimdiden . Yakındabir yerlerde bir zenciyi dövüyorlardı. Nasıl yapmışsa,yangını onun çıkardığını söylüyorlardı. Olabilir, amakorkunç çığlıklar atıyordu. Sonradan onu günlerce gördüm,bir gölgelikte bitkin oturuyor, kendini toparlamayaçalışıyordu; sonra kalkıp gitti - ve orman onusessizce bağrına bastı gene. Karanlıktan yangının ışığınayaklaşırken, konuşan iki adamın arkasında buldumltendimi. Kurtz'un adının anıldığını farkettim, sonra'Bu talihsiz olaydan faydalanma' sözcüklerini işittim.Adamlardan biri müdürdü. Ona iyi akşamlar diledim.'Hiç böyle şey gördün mü - ha? İnanılmaz'dedi ve uzaklaştı. Öbür adam kaldı. Birinci Sınıf temsilcilerdendi,genç, kibar, biraz içe dönük, çatal gibi küçükbir sakalı olan, kanca burunlu bir adamdı. Öbürtemsilcilere biraz kasılıyor, onlar da onun müdürün casusuolduğunu söylüyorlardı. Bense onunla hemen hiçkonuşmamıştım şimdiye dek. Sohbete daldık, bir süresonra da çatırdayan kulübeden uzaklaştık. Beni, şubeninana yapısındaki odasına çağırdı. Bir kibrit çaktıve bu genç soylunun, gümüş kakmalı bir tuvalet kutusundanbaşka, kendi malı bir de mumu olduğunugördüm. O sıralarda, müdürden başka kimsenin mumsahibi olmaya hakkı yoktu. Yerli kilimlerle kaplı ker-
piç duvarlara mızraklar, kalkanlar, saldırmalar asılıydı.Bu arkadaşa verilen görev, tuğla yapımıydı- öyle demişlerdi bana - ama tüm merkezdetek bir tuğla parçası yoktu. Oysa o, bir yıldır bur.ııdaydı- bekliyordu. Meğer belli bir gereç olmadan ·ne olduğunu bilmiyorum, belki samandı - tuğla yapamıyormuş.Her neyse, burada bulunmuyormuş o gereç,Avrupa'dan geleceği de yokmuş - ne beklediğini bende iyice anlayamadım. Bu gereci Tanrı'nın onun içinözel olarak yaratmasını bekliyordu belki de. Ama hepsi-hacıların on altısı, yirmisi birden - birşey bekliyorlardı.Ne yalan söyleyeyim, davranışlarına bakılırsa, pekde kötü bir iş değildi bu ama, gördüğüm kadarıyla, hastalıktanbaşka bir şeyin de geldiği yoktu. Saçma bir biçimdebirbirlerini çekiştirip dolaplar çevirerek vakit geçirmeyeçalışıyorlardı. O ınerkezde bir fesat havası vardı,ama hiç bir şey çıkmadı bundan, tabii. Her şey gibio da gerçek dışıydı: Yaptıklarının insan sevgisiyle sözdebağlantısı, konuşmaları, iş yaparmış gibi görünmeleri... Tek gerçek duyguları, yüzde alabilmeleri için gerçektenfildişi bulunan bir yere gönderilme istekleriydi.Aralarındaki dolapların, saldırıların, kinin tek nedenibuydu - ama küçük parmaklarını kaldırıp bir iş yapmayagelince: Asla ! Hey Tanrım ! Bu dünyada kimi adamınat çalmasına izin verilip kimisinin bir yulara bakmasınınbile yasaklanması bir bakıma doğru bir iş. Atıçaldı. Peki. Oldu bitti. Belki binmesini biliyordur. Amabir yulara öyle bir bakış biçimi vardır ki, ermişlerinen yufka yüreklisini bile adamı tekmelemeye kışkırtır.«Benimle niçin dostluk kurmak istediğini bilmiyordum,ama orada oturup çene çalarken, adamın biryere varmak istediğini anladım birden - ağzımı arıyorduaslında. Durmadan sözü Avrupa'ya, orada tanıdığımısandığı insanlara getiriyor, o mezarsı kentteki38
- Page 1 and 2: JOSEPH CONRADKARANLIGINYÜREGi
- Page 3 and 4: DOST KİTABEVi YAYINLARI : BROMAN/
- Page 5 and 6: JOSEPH CONRAD HAKKINDAİngiliz dili
- Page 7 and 8: diği o durgun karanlığın içind
- Page 9 and 10: Güneş battı. Irmağı karanlık
- Page 11 and 12: filoya yükselebileceğini düşün
- Page 13 and 14: tüm. Uzun bir süre - altı yıl k
- Page 15 and 16: çok çabuk oldu. Meğer şirket, k
- Page 17 and 18: ol mavi, biraz yeşil, bir kaç tur
- Page 19 and 20: verip v.ermeyeceğimi sordu. Şaş
- Page 21 and 22: içe yaşadığımız herhangi bir
- Page 23 and 24: uzun sürmüyordu bu. Bu duyguyu ka
- Page 25 and 26: artıveren parlaklığıyla, zaman
- Page 27 and 28: Ne ölçüde sinsi olabZeceğini de
- Page 29 and 30: dizlerinin üzerinde doğruldu ve s
- Page 31 and 32: 'ta dibinde. Bütün öbürlerinin
- Page 33 and 34: lunan orta yaşlı zenci ölüsü b
- Page 35 and 36: -bir gülümseY.iş - bir gülümse
- Page 37: nuz, ayakta da tutuyordu beni, çok
- Page 41 and 42: lüyor bunları?' diye sordum. 'Bir
- Page 43 and 44: Bay Kurtz'un da orada olduğunu iş
- Page 45 and 46: sizce reddetmez,' diyeydi. Anlıyor
- Page 47 and 48: şaşırmadım. Merkezde bulunan bi
- Page 49 and 50: saınaz, atılgan olmaksızın açg
- Page 51 and 52: dedi müdür. 'Yardımcısını bur
- Page 53 and 54: Bana ne kadar yakın olduklarını
- Page 55 and 56: imi açmam gerekiyordu. Böyle şey
- Page 57 and 58: lalı bir kalıta sahip olacak ilk
- Page 59 and 60: da da üçer dövme vardı. O da k
- Page 61 and 62: telik şifreyle ! İlginç bir gize
- Page 63 and 64: !erinde küçük, alev alev bir top
- Page 65 and 66: şi gezerken, uyurken, yemek yerken
- Page 67 and 68: arkamdan müdürün sesi. 'Biz varm
- Page 69 and 70: noktada oluştu bu eylem. Bir döne
- Page 71 and 72: dişlerini birbirine çarpıyordu.
- Page 73 and 74: ğerli bir şeymiş, elinden almaya
- Page 75 and 76: dım ... Kim o öyle iç çeken ora
- Page 77 and 78: diken eden düşünce de buydu. Bun
- Page 79 and 80: tu, ancak son sayfanın dibine titr
- Page 81 and 82: kesmişlerdi; Kurtz ölmüştü -
- Page 83 and 84: doğru kaldırdı. 'İngiliz misini
- Page 85 and 86: kir.' Sayfalan karıştırdı. 'Rus
- Page 87 and 88: Bu alçak gönüllü, pırıl pır
- Page 89 and 90:
Yeniden dost olana dek bir süre di
- Page 91 and 92:
lattı, daha sonraları. Bu konuda
- Page 93 and 94:
şesinden bir kaç adam göründü.
- Page 95 and 96:
!edikleri Rus, kıyıya bakıyordu.
- Page 97 and 98:
«Müdür dışarı çıktı. Kolum
- Page 99 and 100:
Kurtz'un verdiğini söyledi. 'Göt
- Page 101 and 102:
enzer bir şeyin sezgisi, beni çok
- Page 103 and 104:
dağıtırım şu ...' Ne bir sopa,
- Page 105 and 106:
doğru bir yığın kara tüy, kuyr
- Page 107 and 108:
tü.rn dış görünüşlerine susa
- Page 109 and 110:
yesiz, kara başını kapıdan içe
- Page 111 and 112:
mek, o iğrenç yemeklerini gövdel
- Page 113 and 114:
'halkçı bir hareketin içinde' -
- Page 115 and 116:
dilerinin olduğunu söyleyip el ko
- Page 117 and 118:
nız sevginin ve inancın sönmez
- Page 119 and 120:
«'Doğru', dedim. 'Verdiği örnek
- Page 121 and 122:
DOST KİTABEViYAYINLARIYAPISALCILIK