20.01.2017 Views

YIL 2016 SAYI 26

1453_sayi_26_web

1453_sayi_26_web

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

İSTANBUL<br />

KÜLTÜR ve SANAT<br />

DERGİSİ<br />

ŞEREFU’L-MEKÂN Bİ’L-MEKÎN / Rahşan TEKŞEN<br />

Evliliği de bu yıllara tekabül etti Dede’nin. Sene 1802’ydi.<br />

Dergâhtaki hücresinden ayrılıp Saray’da yetişen Nazlıfer<br />

Hanım’la Akbıyık’ta bir konağa yerleşti. Fakat bu, kendisini<br />

sabırsızlıkla bekleyen konak değildi henüz. Kira ile tutulmuş<br />

bir evdi. Üstelik burada geçirdiği yıllar, Dede’nin naif<br />

ruhunda derin tesirler bırakan kayıplarla doluydu. Evliliğinin<br />

ikinci yılında, çok sevdiği şeyhi ve hocası Ali Nutkî<br />

Dede’yi kaybetti. Daha kendisini toparlamaya fırsat bulamadan<br />

üç yaşındaki oğlunu… Evinin içini aydınlatan çocuk<br />

sesinin bir anda sönmesi ve evladını kendi elleriyle toprağa<br />

vermesi, onu fazlasıyla mahzun etti. Oğlunun ardından<br />

duyduğu acıyı “Bir gonca femin yâresi vardır ciğerimde /<br />

Ateş dökülürse yeridir âh serimde” dizelerini kaleme alıp<br />

bayatî makamında besteleyerek ifade etti.<br />

1808’de gelen vefat haberi ise Dede’nin ruhunu yerle bir<br />

eden depremlerin en büyüğü oldu. Zira bu kez, dergâhtaki<br />

derviş İsmail’i saraya hânende yapan III. Selim katledilmişti.<br />

Aynı yıl annesi Rukiye Hanım, iki yıl sonra da<br />

altı yaşındaki oğlu Mustafa... Bu yaşadıklarından sonra Saray’dan<br />

ayrılan Dede Efendi, dergâha geri dönüp Abdülbakî<br />

Nasır Dede’den ney dersleri alarak ruhundaki yaraları<br />

onunla tedavi etmeye çalıştı. Yenikapı Mevlevîhanesi,<br />

yine eskisi gibi onu dinlemek için gelen insanlarla dolup<br />

taştı. Hele Itrî’nin rast na’tını okumaya başladığında, tüyleri<br />

diken diken eden manevî bir ürperti sarardı herkesi.<br />

Yüzlerce kişinin nefes almaya bile çekindiği semahanede<br />

Dede’nin sesi, gürül gürül akan bir şelâle gibi duvarlara<br />

çarpar; böylesi demlerde dergâhtan ayrılıp dünyaya dönmek,<br />

baharı atlayıp yazdan kışa geçmek gibi gelirdi.<br />

Dede Efendi’nin, Akbıyık’ta kendisini bekleyen konağına<br />

yerleşmesine ramak kalmıştı. Ancak bu kez, üç kız babası<br />

olarak gidecekti yeni evine. Daha konuşmayı bile öğrenmeden<br />

nevanın manevî neşesi, sabanın hüzünlü havasıyla<br />

demlenecekti ruhları. Merdivenlerin ahşap tırabzanlarına<br />

yüzlerini yaslayıp kudümü döven tokmakların iki yukarı<br />

bir aşağı hareket edişini bir oyun gibi izleyecek ve bu sayede<br />

usûlü öğreneceklerdi. Konakta icra edilen her fasıl<br />

onlar için yeni bir oyun, yeni bir eğlence sayılacak;<br />

günü geldiğinde musiki ilminde söz sahibi<br />

birer hanımefendi olacaklardı.<br />

Fakat bunun için III. Selim’in vefatından<br />

sonra ortaya çıkan karışıklığın giderilmesi,<br />

Sultan II. Mahmud’un<br />

askerî ve mülkî düzeni temin<br />

ettikten sonra fikrî ve fennî<br />

meselelere de eğilebilmesi,<br />

Dede’nin varlığını hatırlayıp<br />

onu yeniden saraya alması<br />

ve mezkûr konağı ona hediye<br />

edecek kadar aralarında muhabbet ve yakınlık hâsıl olması<br />

gerekiyordu.<br />

Yenikapı Mevlevîhanesi’ndeki mukabelelerden biriydi. Semazenler,<br />

âyinhanlar ve mutrib heyeti yerini almıştı. Cemaatle<br />

namaz kılındı, şeyh efendinin duasının ardından<br />

Itrî’nin na’tı okundu ve sema eşliğinde Dede Efendi’nin<br />

kendi bestelediği âyin başladı. O sırada dergâhta hazır<br />

bulunan Sultan II. Mahmud, onu dinlerken saraya alındığı<br />

ilk günü hatırladı. Kendisi on üç yaşında bir şehzade idi<br />

ve o günün üzerinden yıllar geçmiş; Dede, musikide ele<br />

avuca sığmaz bir deha olmuştu. Bu dehanın yeri dergâh<br />

değil, elbette saraydı. Bunları düşünürken kudümzenbaşının<br />

birkaç darbıyla ney taksimi ve şeyh efendinin okuduğu<br />

Fatiha ile mukabele sona erdi. Sultan II. Mahmud,<br />

Dede Efendi’yi yeniden Saray’a çağırdı. Önce musâhib-i<br />

şehriyar, sonra da sermüezzinlik görevi vererek onu yanı<br />

başından hiç ayırmadı.<br />

Sene 1818’di. Sultan II. Mahmud, Akbıyık Camii’nin karşısındaki<br />

aşı boyalı konağı alarak Dede Efendi’ye tahsis etti.<br />

İşte o vakit, yıllardır sabırla bekleyen mezkûr konak, sahibine<br />

kavuşmuş oldu. Hemen duvarı dibinde, kendisine<br />

yaslanmış olan mermer çeşme, daha suyunu akıtmadan<br />

insanın içini serinletiyor, burada kederden uzak günler yaşanacağını<br />

müjdeliyordu. Nitekim kızı Aişe’nin on üç yaşında<br />

vefat etmesi haricinde büyük bir acı görmedi Dede<br />

Efendi. Hatice’sini ve Fatıma’sını burada yetiştirip mürüvvetlerini<br />

gördü ve evini bir dershaneye çevirdi. Bu dershanede<br />

yetişen Fatıma, haremdeki kadınlara musiki eğitimi<br />

verecek kadar ilerledi. 4 Her ikisi de babaları gibi kendi evlatlarını<br />

birer musikişinas olarak yetiştirdiler. Bestekâr Rıfat<br />

Bey, Hatice Hanım’ın; hânende Şevket Bey de Fatıma Hanım’ın<br />

evladı, aynı zamanda Dede Efendi’nin talebeleriydi.<br />

Dellalzade İsmail Efendi, Mûtafzade Ahmed Efendi, Çilingirzade<br />

Ahmed Ağa, Yağlıkçızade Ahmed Ağa, Eyyûbi<br />

Mehmed Efendi, Hoca Vehib Efendi, Nikogos Ağa 5 gibi<br />

nice isimler Dede’nin şakirtleri olarak bu konakta yaşanan<br />

demlere katkıda bulundu. Rebabın, tamburun, neyin,<br />

kudümün sesiyle şifa bulan konak, girip çıkan nice musikişinasın<br />

yüzü suyu hürmetine giderek güzelleşti. Sarayla<br />

dergâh arasında geçen bir hayatın mahremi ve Dede<br />

Efendi’nin sadık bir hizmetkârı oldu. Ömrünün sadece yirmi<br />

sekiz yılını onunla geçirmesine rağmen, iki asır boyunca<br />

Dede Efendi’nin Evi nişanıyla zikredildi. Zira her mekân,<br />

kıymetini sahibinden alır yahut sahibiyle kıymetten düşerdi.<br />

Şeref’ul-mekân bi’l-mekîn diyen ecdadın kastı da bu<br />

olsa gerekti.<br />

Yıllarını saray ile dergâh arasında geçiren Dede Efendi’nin<br />

evinde, birbirine çok uzak olan bu iki dünyanın da izleri<br />

vardı. Sedirlerin döşendiği kadife kumaşlar, üzerine dizilen<br />

nakışlı yastıklar ve yerlere konan atlas minderler gösteriyordu<br />

burada nasıl bir zevkiselim ile yaşandığını. Kapıları<br />

100

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!