20.01.2017 Views

YIL 2016 SAYI 26

1453_sayi_26_web

1453_sayi_26_web

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ŞEREFU’L-MEKÂN Bİ’L-MEKÎN / Rahşan TEKŞEN<br />

İSTANBUL<br />

KÜLTÜR ve SANAT<br />

DERGİSİ<br />

karşılıklı birbirine bakmayacak şekilde inşa edilen odalara;<br />

kabından tenceresine, yatağından yorganına kadar türlü<br />

eşyayı muhafaza edecek gömme dolaplar yapılmıştı. Gusülhaneler<br />

bile bu dolapların içine saklanmıştı ki mahrem<br />

hayata dair hiçbir iz ayak altında olmasın. Hele gün içinde<br />

onlarca kişinin girip çıktığı bir konakta… Odanın içine açılan<br />

pencerelerin bir de dış cephede ahşap kanatları vardı.<br />

Bu kanatlar örtüldüğünde, güneşin hükmü geçmez, ne<br />

kadar ısrar ederse etsin konağa alınmazdı. Uzun yoldan<br />

gelmiş bir misafir yahut ıstırap çeken bir hasta istirahate<br />

alındığında, insanoğlunun emrine girerdi gece ile gündüz.<br />

İnşa edildiği günden beri Dede Efendi’nin evi olmayı<br />

hayal eden konak, onunla geçirdiği günlere doymuyor;<br />

Enderun’daki fasıllardan ve dergâhtaki mukabelelerden<br />

kalan vakitle yetinmiyordu. Üstelik Dede’nin kimi zaman<br />

Saray’dan mahzun dönmesine üzülüyor, ahşap zemini<br />

uyandırmadan ağır adımlarla içeri giren ayak sesinden anlıyordu<br />

bunu. Enderun’daki kimi hanendelerin Dede’yi istemediğini<br />

ve onun gölgesinde kalmaktan rahatsız olduklarını<br />

da biliyordu. Hatta bazı planlar tertip ederek Dede’yi<br />

Sultan’ın huzurunda mahcup etmeye çalıştıkları oluyordu<br />

ki bu hadiselerden biri hanende Şakir Ağa’yla yaşanmıştı.<br />

Sonunda mahcubiyet duyan Şakir Ağa olmasına rağmen,<br />

Dede Efendi bu olaydan kâfi derecede etkilenmiş, neredeyse<br />

bir sene boyunca ne konakta ne de başka bir yerde,<br />

tek bir eser bestelememişti. Hariçte yaşanan hadiseler ister<br />

istemez evdeki hayata tesir ediyor, Dede’nin yüzündeki<br />

ifade, şeffaf bir kâğıt gibi kırgınlığını ele veriyordu.<br />

Musikinin bütün inceliklerine vâkıf olan Sultan II. Mahmud,<br />

huzurunda gerçekleşen bu rekabeti fark ediyor;<br />

hiçbir şekilde söze ve davranışa yansımayan, sadece eser<br />

icra ederken ustalıklarını konuşturarak yaptıkları çekişmeleri<br />

yakalıyordu. Bu durumdan rahatsızlık duymadığı<br />

gibi benzer hadiseleri, onların kabiliyetlerinin bir alâmeti<br />

olarak görüyordu. Yine böyle bir fasıl sonrası, Dede Efendi’nin<br />

yakasına taktığı murassa nişan, musikisinin bükülmeyen<br />

bileğine verilmiş bir mükâfattı. Neyzen Mustafa<br />

İzzet Efendi, Ali Ağa, Suyolcuzade Salih Efendi, Numan<br />

Ağa, Bamacızade Abdi Efendi 6 gibi Dede’nin arkadaşları<br />

olan nice isimler şahitti buna. Hatta onun son zamanlarına<br />

yetişmiş olan Zekâi Dede, Dede Efendi’yi bizzat konağında<br />

ziyaret ettiği gün, yıllar önce II. Mahmud’un taktığı<br />

bu nişanı, bir madalya gibi hâlâ yakasında taşıdığına şahit<br />

olmuştu. 7<br />

Sultan Abdülmecid, tıpkı babası gibi Dede Efendi’ye saygıda<br />

kusur etmedi ve onun saraydaki mevkiini korudu.<br />

Lakin bu, onu sarayda tutmaya yetmedi. Zira Abdülmecid’in<br />

kendisine duyduğu hürmetin altında bir vefa borcu<br />

olduğunu; alafranga müzikle büyüdüğü için sunî gıdalarla<br />

beslenen bir çocuk gibi kendi musikisinin tabiî lezzetini<br />

almadan yetiştiğini biliyor ve buna içerliyordu. Halbuki<br />

Dede Efendi<br />

II. Mahmud, bu lezzeti bildiği için Dede Efendi’yi takdir<br />

ediyor ve sahip çıkıyordu. Buna rağmen Giuseppe Donizetti’yi<br />

bando eğitimi için İstanbul’a getiren, Enderun-ı<br />

Hümayun’u kaldırıp yerine Mızıka-i Hümayun’u kuran 8 ve<br />

alafranga müziği kendi musikisinin kanına bulaştıran da II.<br />

Mahmud’du. III. Selim’in Dede Efendi’ye hürmetinde ise<br />

ne sadece vefa vardı ne de takdir. Ana dilleriyle konuşur<br />

gibi kendi musikileriyle konuşan iki insanın birbirini anlaması<br />

vardı.<br />

Üç ayrı sultan görmüştü Dede Efendi. Kaç sultan görmüştü<br />

Dede Efendi’nin evi. Ayakları olsa, sahibi gibi o da kaçardı<br />

belki İstanbul’dan. Beytullah’ın gölgesine sığınır, orada<br />

vefat ederdi. Fakat gidemedi. Neredeyse iki asır boyunca<br />

yerinden hiç kımıldamadan, inşa edildiği yerde bekledi.<br />

Yakut gibi kırmızı, yakut gibi kıymetli… Garb’ın müziğini<br />

değil, tek bir notasını bile konağına almayan Dede Efendi<br />

gibi kıymetli. Musikimiz gibi. Anadilimiz gibi.<br />

101

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!