You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
TÜRK EDEBİYATININ KÜLLÜK DEVRİ / Beşir AYVAZOĞLU<br />
İSTANBUL<br />
KÜLTÜR ve SANAT<br />
DERGİSİ<br />
yemeklerini yiyenler çay ve kahvelerini<br />
burada içerken o gün gözden<br />
geçirdikleri gazete, dergi ve kitaplardan<br />
söz ederlermiş.<br />
Küllük Kahvesi, uzun<br />
yıllar her fikirden ilim<br />
adamını ve aydını bir<br />
araya getiren, benzeri<br />
görülmemiş bir<br />
kulüptü.<br />
Küllük Kahvesi’nin nargile tiryakisi<br />
müdavimlerinin yanı sıra, tavla ve<br />
domino gibi oyunlara meraklı müşterilerinin<br />
bulunduğunu da unutmamak<br />
gerekir. Daha da önemlisi, Küllük<br />
bir buluşma merkeziydi, randevular<br />
burada verilirdi. Peyami Safa’nın<br />
Matmazel Noraliya’nın Koltuğu adlı<br />
romanında, Ferid, kendisi için üç lira<br />
borç para bulacak sosyalist arkadaşı<br />
Saim’le Küllük’te buluşmuştur. Kemal<br />
Tahir’in Yol Ayrımı’nda da 1930’ların<br />
Küllük’ünün hoş bir tasviri vardır: “Saray<br />
Şoforu” Çorumlu Dadal, gazeteci<br />
hemşehrisi Selim’e o günlerde kurulmak<br />
üzere olan Serbest Fırka hakkında<br />
bilgi vermek için Küllük’e gelir:<br />
Cami duvarı dibindeki kahve yükünü<br />
tutmuştur. Şurada tavlaya kapanmış<br />
tavlacılar cehar atıp şeş oynarken beride<br />
kumarcı takımı pastıra, cimdallı,<br />
altmışaltı, piket, prafa veya dört başlı<br />
dominoya yumulmuştur. Kahveci yanaşmaları<br />
fırıldak gibi dönüp yel gibi<br />
seğirterek hizmete sıvanmış, tepsileri<br />
havada uçurmaktadırlar. Dadal Efendi,<br />
gölgeye oturup “İzmir işi nargileyi<br />
ve de tavşankanı çayı söyleyim derken”<br />
başka bir tanıdık gazetecinin,<br />
Murat Efendi’nin sesini duyar.<br />
İki Çeşit Müşteri<br />
Küllük, esas itibariyle bir açık hava<br />
kahvesiydi; baharla birlikte şenlenir<br />
ve yaz günlerinde arı kovanı gibi işlerdi.<br />
Yedigün dergisinde yayımlanan<br />
bir Asaf Hâlet Çelebi röportajındaki<br />
fotoğraflarda bu şenlikli hava hissedilmektedir.<br />
Ne var ki soğuklar<br />
bastırınca kahveye hüzünlü bir sessizlik<br />
ve inkıraz havası çökerdi. Tarık<br />
Buğra, Küllük’ün iki çeşit müşterisinin<br />
bulunduğunu söyler: Yazlık müşteriler<br />
ve yaz kış bu kahveyi mekân<br />
tutanlar... Küllük’ün hurda bir vagona<br />
benzeyen salaşına kapanarak kışı<br />
geçirenler, daha çok pansiyonlarda<br />
ve medrese odalarında barınan üniversite<br />
öğrencileriydi; “varı yoğu bir<br />
şilte ile bir bavul ve üç beş kitap olan<br />
odaları”ndan daha gün kendini bulmadan<br />
fırlar, şehrin her yönünden<br />
Küllük’e dökülürlerdi. Yazlık müşteriler<br />
onların nazarında “Kırlangıç”lardır;<br />
vefasız kırlangıçlar atkestaneleri<br />
daha güzelim yapraklarını dökmeden<br />
Şehzadebaşı ve Aksaray kahvelerine<br />
göç ediverirler.<br />
Sıtkı Akozan’ın Küllükname (1936)<br />
isimli manzum eserinde müdavim<br />
olarak zikrettiği isimler, çoğu “Esafil-i<br />
Şark” diye anılan aydınlar grubuna<br />
mensup, geçen asrın başlarından itibaren<br />
Türkiye’de ilim, kültür ve edebiyat<br />
hayatının yöneldiği istikametleri<br />
belirleyen isimlerdi. Bu da Küllük<br />
Kahvesi’nin uzun yıllar her fikirden<br />
ilim adamını ve aydını bir araya getiren,<br />
dünyada belki de benzeri<br />
görülmemiş bir kulüp olduğunu<br />
gösterir. Müdavimler, kendileriyle<br />
görüşmek isteyenlere burada randevu<br />
verirlerdi. Hasan İzzettin Dinamo,<br />
Yahya Kemal’le ilk defa Küllük’te<br />
görüşmüş, Nurullah Ataç’ın<br />
da bulunduğu bu görüşmeyi Edebiyat<br />
Anıları’nda anlatmıştır. Baki<br />
Süha Ediboğlu da Yahya Kemal’in<br />
“Beyazıt’ta, tramvay durak yerinin<br />
arkasındaki kahvede”, yani Küllük’te<br />
verdiği randevuya gidişini şöyle anlatır:<br />
“Saat dörde beş kala Beyazıt’taki<br />
kahvenin önündeydim. Resimlerine<br />
göre hayalimde canlanan Yahya<br />
Kemal’i şöyle göz ucu ile kahvede<br />
oturanlar arasında aramaya başladım.<br />
Hemen ilk bakışta tam da hayalimdeki<br />
insanı kahvenin ön sırasında<br />
tek başına oturur buldum. Sanki çift<br />
sandalyeye oturmuş gibi yayılmış,<br />
iri gövdesi öne doğru eğik, çenesini<br />
bastonuna dayamış, dalgın dalgın<br />
Beyazıt Camii’ine bakıyordu.”<br />
“Kahve ve Tabut”<br />
Bayezid Camii etrafındaki kahveler,<br />
muhtemelen namaz saatlerini bekleyenler<br />
için vakit geçirecekleri mekânlar<br />
olarak oluşmuş, meydan zamanla<br />
bir kültür ve üniversite muhitine dönüşünce,<br />
profesöründen öğrencisine<br />
üniversiteliler ve onlarla buluşup görüşmek<br />
isteyen yazarlar, şairler, gazeteciler<br />
vb. tarafından kullanılmaya<br />
başlanmıştı. Fakat Bayezid Camii aslî<br />
görevlerini sürdürüyor ve elbette civarda<br />
ölenlerin cenazeleri buradan<br />
kaldırılıyordu. Bu yüzden, türbe kapısının<br />
önündeki kahvelerde, yani<br />
Küllük’te oturanlar sık sık ölüm gerçeğiyle<br />
yüz yüze geliyorlardı. Necip<br />
Fâzıl, “Küllük Akademiyası” başlıklı<br />
yazısında, “İslâm cenazeleri” musalla<br />
taşına varabilmek için “her cinsten,<br />
sınıftan, mezhepden, zevkten, kılıktan,<br />
edadan” insanların bulunduğu<br />
kahve kalabalığını yarıp geçerken<br />
“Frenk muaşeret kitaplarındaki bir<br />
Asaf Halet Küllük Kahvesi’nde nargile içerken<br />
19