Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
TÜRK EDEBİYATININ KÜLLÜK DEVRİ / Beşir AYVAZOĞLU<br />
İSTANBUL<br />
KÜLTÜR ve SANAT<br />
DERGİSİ<br />
şiirini okur. Öbürleri “Harika! Mucize!”<br />
diye bağrışırlar. İçlerinden birinin<br />
“Bunu tek başına mı yazdın? Tek<br />
imza ile mi neşredeceksin?” sorusu<br />
üzerine, şiiri okuyan, “Hayır,” der, “o<br />
şeref bana fazladır; zaten ilham eden<br />
de sensin. Çift imza ile ikimizin imzalarıyla<br />
basarız.” Nargile içmekte olan<br />
şair, marpucu mânâlı mânâlı sallayarak<br />
“Hakkınız var!” diye araya girer:<br />
“Siz bu şiirle ‘Ağaca bir taş attım/<br />
Taşımı ağaç yedi’ ve ‘Gözlerim/ Gözlerim<br />
nerede?/ Şeytan aldı, götürdü/<br />
Satamadan getirdi’ şedövrlerini gölgede<br />
bıraktınız.” Öbürleri nargileliye,<br />
“Fakat senin şaheserine varamadık.<br />
Ah, o ne dâhiyane, mutlak ve ebedî<br />
bir eserdir. Hep birden tekrar edelim!”<br />
der. Hepsi birden ayağa kalkar,<br />
birbirlerinin elinden tutup goygoycular<br />
gibi sıraya dizilirler. Önce nargileli<br />
şair, kalın, mehabetli bir papaz<br />
sesiyle<br />
Sidharta buddhâ!<br />
Myagrodhâ!<br />
mısralarını ağır ağır okur. Daha sonra<br />
ötekiler bir ağızdan, seslerini kiliselerdeki<br />
ilâhici çocuklar gibi tiz bir<br />
ahenkle ve gittikçe yükselterek üç<br />
kere haykırırlar:<br />
Om mani padme hum!<br />
Om mani padme hum!<br />
Om mani padme hum!<br />
“Küllük Akademiyası”<br />
Necip Fâzıl da Son Telgraf gazetesinde<br />
16 Temmuz 1939 tarihinde çıkan<br />
“Küllük Akademiyası” başlıklı yazısından<br />
anlaşıldığına göre, Küllük’te kendisi<br />
hakkında yapılan dedikodulara,<br />
özellikle aleyhinde konuşan Ahmet<br />
Hamdi Tanpınar’a çok öfkeliydi. Söz<br />
konusu yazısında, o tarihte henüz<br />
önemli eserlerinden hiçbirini yazmamış<br />
olan Tanpınar’dan “masasındaki<br />
iki kişinin on misli kadar bir zümrece<br />
tanınmış ve tanyeri ağarırken pınar<br />
başında doğmuş bir şaircik” diye söz<br />
etti. Aynı gün, Peyami Safa’nın da<br />
Cumhuriyet’te “Muharrir Dedikodusu”<br />
başlıklı bir yazısı çıkmıştı. Necip<br />
Fâzıl’ın ertesi gün övgüyle söz ettiği<br />
bu yazıda, oturup yazı yazmak,<br />
eser vermek yerine, kahve ve lokanta<br />
köşelerinde dedikodu üretenler<br />
eleştiriliyor ve “en beğendikleri muharrirlerin<br />
en münakaşa götürmez<br />
kıymetlerini hart hart” ısıran kuduzlardan<br />
söz ediliyordu: “Çekiştirilen<br />
adam uzak bir masadaysa iyi; kapıdan<br />
dışarıdaysa daha iyi; ölmüşse<br />
çok daha iyi. Çünkü bunların maksadı<br />
ne tenkit, ne ıslah; sadece tahriptir<br />
ve mukavemetleri madde halinden<br />
çıkıp gölge haline düşmüş insanları,<br />
yani gaipleri seçerler.”<br />
Bu yazılar, aslında Küllük’teki çatışmanın<br />
ne kadar derinleştiği konusunda<br />
önemli ipuçları taşııyordu.<br />
Hasan İzzettin Dinamo, Edebiyat<br />
Anıları’nda, Nihal Atsız’ın hemen her<br />
gün beş on metre ileride karşılarına<br />
oturup gövde gösterisi yaptığını<br />
söyler. Bir süre sonra, Akbaba mizah<br />
dergisini de çıkaran Yusuf Ziya Ortaç<br />
ve Orhan Seyfi Orhon gibi Türkçüler,<br />
Bayezid Camii’nin kuzey tarafını güneye,<br />
yani Çınaraltı’nı Küllük’e tercih<br />
etmeye başlarlar. Bu tercih,<br />
ilk sayısı 9 Ağustos 1941 tarihinde<br />
çıkan ve “Türkçü” bir<br />
çizgide yayın yapan, Peyami<br />
Safa ve Nihal Atsız’ın da<br />
yazarları arasında yer aldığı<br />
derginin ismini belirleyecektir:<br />
Çınaraltı.<br />
Dinamo, kendilerinin Küllük<br />
dergisini çıkardıkları<br />
sırada Orhan Seyfi’nin de<br />
Çınaraltı’nı çıkardığını ve<br />
kendilerine “Bugünlerde<br />
yeni bir dergi daha çıktı:<br />
Küllük! Küllük, yani çöplük.<br />
Tam kendilerine yakışır<br />
bir ad. İçindeki yazılar da<br />
zaten bu çöplüğe yakışır<br />
şeyler!” diye ağız dolusu<br />
küfrettiğini iddia ediyor.<br />
Ancak Küllük’ün ilk ve tek<br />
sayısı Eylül 1940’ta, Çınaraltı’nın<br />
ilk sayısı ise aşağı<br />
yukarı bir yıl sonra, 9<br />
Ağustos 1941’de çıkar. Görebildiğim<br />
kadarıyla, Küllük dergisine sadece<br />
Yusuf Ziya’nın beşinci sayıda yayımlanan<br />
“Gençlik ve Çınaraltı” başlıklı<br />
yazısında sataşılmıştır: “Daha ilk sayılarında,<br />
kâğıtları fikirlerinin leşine<br />
kefen olan fesat mecmualarına karşı<br />
Çınaraltı’yı karşılayan büyük alâka…”<br />
Bu cümlenin Küllük’ü mekân tutan<br />
genç edebiyatçı neslini çok rahatsız<br />
ettiği, Arif Dino’nun<br />
Akbaba Çınaraltı’nda leş yesin!<br />
şiirinden anlaşılıyor.<br />
Çıkar Çıkmaz Kapatılan Dergi<br />
Yusuf Ziya’nın “fesat mecmuası”<br />
dediği ve ilk sayısı çıktıktan sonra<br />
kapandığını ima ettiği, ismini Küllük<br />
Kahvesi’nden alan Küllük, yirmi<br />
sayfalık büyük boy bir dergidir; kapağında<br />
Abidin Dino’nun Küllük ortamını<br />
büyük bir ustalıkla tasvir ettiği<br />
çarpıcı bir kompozisyon yer alır. Kim<br />
tarafından yazıldığı belirtilmeyen<br />
ve “Küllük bir kahvedir” cümlesiyle<br />
başlayan “Küllük Beyannamesi”nde,<br />
Arif Kaptan’ın çizgileriyle Küllük<br />
21