07.12.2012 Views

DOSYA: ÇEVİRİ VE SANSÜR Hazırlayan: Nurdan Cihanşümül Maral

DOSYA: ÇEVİRİ VE SANSÜR Hazırlayan: Nurdan Cihanşümül Maral

DOSYA: ÇEVİRİ VE SANSÜR Hazırlayan: Nurdan Cihanşümül Maral

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Söyleşi 40<br />

bir yeri var ama bu iletişimsizliğin canlandırılmasından çok, iletişimsizlik üzerine bol laf kullanılarak<br />

geliştirilmiş bir söylem. Onun için, Bloch’un ruh durumu ne kadar yadırgatıcı da olsa, metnin dil<br />

bakımından yadırganacak bir tarafını göremiyorum. Solak Kadın da öyle, gerçi orada susuş ağır<br />

basıyor, ama bu da bence kahramanın seçtiği yeni, yalnız yaşayışa uyan bir suskunluk. İkisinde<br />

de toplumdan kopuş bu topluma (Solak Kadın'da mini toplum olan çekirdek aileye) dışarıdan,<br />

yeni bir açıdan bakmayı gerektiriyor. Ama bunun örnekleri Türk edebiyatında da var. Türkçe’nin<br />

iletişimsizliği algılamayı engelleyen, ‘alışılagelmiş söylem’ gibilerden bir şeyi olduğunu sanmıyorum.<br />

Onun için iletişimsizliği aktarmanın Türkçe'de veya Türk okuru açısından özellikle zor olabileceği<br />

gibi bir düşünceye kapılmadım bile.<br />

Bir 18. yüzyıl yazarı olan G. C. Lichtenberg’ten Aforizmalar adlı bir çeviriniz var. Almancada da<br />

Türkçe gibi değişim ve gelişimler söz konusu mu?<br />

Hayır, Almanca çok daha durmuş oturmuş bir dil. Martin Luther İncil çevirisiyle hem lehçelerüstü<br />

bir dil yaratmış, hem de bu dile saygınlık kazandırmış ve kültür dili olarak Latince’ye karşı bağımsızlığını<br />

kazanması daha Barok çağda tamamlanmış. Türkçe'deki tasfiye hareketine benzer girişimler<br />

de gene 17. yüzyılda, tek bir kurum değil, birbirinden bağımsız dil dernekleri çerçevesinde<br />

yürütülmüş. Bu çabalar Almanca'ya birçok yeni kavramın Latince/Yunanca köklerine dayanılarak<br />

çevrilerek girmesini sağlamış, ama radikal bir hareket sözkonusu değil; onun için birçok kelimenin<br />

de Almancalaşmış olmasıyla yetinilmiş. Sonra, Nazi Almanyasında ilginç bir gelişme var: Bazı hızlı<br />

Nasyonal Sosyalist kültür üreticileri radikal bir Almancalaştırmayı savunurken Hitler ve çevresi<br />

buna hiç yanaşmıyor, kitlelere ulaşmak için onların bildiği dili kullanmayı tercih ediyorlar. Yani<br />

iletişim kaygısı dil ırkçılığından ağır basıyor. Türkiye’de ise aynı yıllarda tam tersi bir gelişme var:<br />

İletişim kaygısını ön planda tutan Sadeleşme akımının yerini alan Öztürkçe akımı yer yer ırkçı yaklaşımlar<br />

gösteriyor. – Böyle, iki yüz yıllık bir kitabı bugünün diline çevirirken eliniz kolunuz<br />

bağlanıyor. Ne o zamanın Türkçe yazı diline sığınabiliyorsunuz, ne de üzerinde belirgin bir modernlik<br />

damgası taşıyan kelimeleri kullanmayı içiniz götürüyor, bir denge oyunudur gidiyor. Sonra<br />

tutuyor yayınevi, sizin çevirinizdeki her ‘Allah’ı ‘Tanrı’ yapıyor, üstelik bunda ısrar edebiliyor.<br />

Türkçeye Selim ya da Konuşma Yeteneği adıyla çevrilen bir romanında, Almanya’daki Türk işçilerinin<br />

sorunlarını dile getiren Sten Nadolny’den Yavaşlığın Keşfi’ni de siz çevirdiniz. Kitapta<br />

geçen denizcilikle ilgili özel terimler, sizi oldukça zorlamıştır sanırım. Nadolny’den ve bu kitabı<br />

çevirme sürecinizden söz eder misiniz?<br />

Evet, zorladı tabii ama benim Koku’dan bildiğim ve büyük zevk aldığım bir çalışmaydı. Asıl zorluk<br />

kitapta denizcilikle, daha da kötüsü, 18. yüzyıl yelken gemiciliğiyle ilgili birçok terimin olması değil,<br />

Türkçe’de bu alanda sözlük olmamasıydı. O zaman internet de olmadığından bulduğunuz sözlüklerle<br />

yetinmeniz ve ulaşabilirseniz birilerine sormanız gerekiyordu. Sten Nadolny daha önce pek<br />

yankı uyandırmamış bir romanı olan bir yazardı ve bu romanı birden alabildiğine sevildi. Birincisi,<br />

yayınlanışı Alman dilinde uygarlık eleştirisi olarak bilinen belli bir tutumun bir lüks olmaktan çıkıp<br />

kitlelere malolmaya başladığı yıllara rastgeldiği için sevildi. İkincisi, okurun – ola ki bir mesaj çıkarmaya<br />

eğilimliyse, hani: İnsan daha yavaş, daha farkında yaşamalı gibi – bunun ideolojik olmak<br />

şöyle dursun, ders vermeye bile kalkışmayan bir tavırla, canlı bir roman kişisinin yaşama biçimi

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!