Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Meryem onun anlattıklarını çok iyi anımsıyordu; insan yüzünün perdede bir ev kadar büyük göründüğünü,<br />
orada bir araba kaza yaptığı zaman, metallerin ezilişini, parçalanışını kemiklerinde hissettiğini. Şimdi de<br />
kendisini, balkondaki özel koltukların birinde, kardeşlerinin ve CeliPin yanında otururken, dondurmasını<br />
yalarken görmek istiyordu. "Tek arzum bu," diye yineledi.<br />
Celil yüzünde çaresiz bir anlamla ona bakıyordu.<br />
"Yarın," dedi Meryem. "Öğlen. Tam burada buluşalım. Tamam mı? Yarın?"<br />
"Gel buraya," dedi babası. Çömeldi, kızı kendine çekti, uzun, çok uzun bir süre, sıkı sıkı tuttu.<br />
Nana önce, kulübe'nin etrafında dönenip durdu; yumruklarını bir sıkıp bir açıyordu.<br />
"Sahip olabileceğim onca kız varken, Tanrı neden bana senin gibi bir nankörü verdi? Senin uğruna<br />
katlandığım onca şeyden sonra! Ne cüretle? Beni böyle terk etmeye nasıl cüret edersin, seni küçük hain,<br />
seni baramir<br />
Sonra, alaya başladı.<br />
"Senin kadar sersemini de görmedim! Seni umursadığını, evine kabul edeceğini sanıyorsun, ha? Seni kızı<br />
gibi görüyor... evine alacak, öyle mi? Bak sana ne diyeyim. Bir erkeğin kalbi fesat, habis bir şeydir, Meryem.<br />
Bir ananın rahmine hiç benzemez. Kanamaz, sana yer açmak için genişlemez. Seni<br />
29<br />
tek seven, benim. Bu dünyada sahip olduğun tek insan, benim; ben öldükten sonra, hiç kimsen kalmayacak.<br />
Hiçbir şeyin olmayacak. Bir hip olacaksın!"<br />
Sonra, duygu sömürüsünü denedi.<br />
"Gidersen, ölürüm. Cin gelir, ben de kriz geçiririm. Görürsün bak, dilimi yutup boğulurum. Beni bırakma,<br />
Meryem co. Lütfen gitme. Gidersen yaşayamam."<br />
Meryem hiçbir şey demedi.<br />
"Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun, Meryem co.n<br />
Meryem biraz dolaşacağım söyledi.<br />
Orada biraz daha kalırsa, açma şeyler söylemekten korkuyordu: cin\n bir yalan olduğunu, işin aslını Celil'den<br />
öğrendiğini, Nana'nın bir adı olan, ilaçlarla iyileştirilebilecek bir hastalığı olduğunu. Nana'ya, neden Celil'in<br />
sözünü dinleyip onun doktorlarına görünmediğini, onun getirdiği hapları almadığını sorabilirdi. Doğru<br />
sözcükleri bulabilse, annesine, bir araç, bir silah olmaktan, yalanlarla doldurulmaktan, suçlanmaktan,<br />
kullanılmaktan bıkıp usandığını söylerdi. Nana'nın gerçekleri çarpıtmasından, onu, yani Meryem'i, dünyaya<br />
karşı sıraladığı sayısız şikâyetten, çektiği <strong>bin</strong> bir çileden bir tanesine, bu upuzun listedeki bir başka maddeye<br />
dönüştürmesinden nasıl bezdiğini.<br />
Korkuyorsun, Nana, derdi ona. Hip taramadığın mutluluğu benim bulmamdan korkuyorsun. Benim mutlu<br />
olmamı istemiyorsun. İyi bir hayatımın olmasını istemiyorsun. Habis, fesat kalpli olan sensin.<br />
Açıklığın ucunda, Meryem'in çok sevdiği bir seyir yeri vardı. Şimdi de gidip oraya, kuru, ılık otların üzerine<br />
oturdu. Herat buradan rahatça görülebiliyordu; bir çocuğun oyun tahtası gibi açılmıştı aşağıya: kentin<br />
kuzeyinde Kadınlar Bah-<br />
30<br />
çesi, Çar-suk Pazarı; güneyde Büyük iskender'den kalma, eski kalenin kalıntıları. Uzaktan uzağa, devlerin<br />
tozlu parmaklarını andıran minareleri, insanlarla, at arabalanyla, katırlarla kaynaştığını düşlediği sokakları<br />
seçebiliyordu. Başını kaldırıp bakınca, tepesinde dönüp duran, arada bir pike yapan kırlangıçları gördü. Bu<br />
kuşları öyle kıskanıyordu ki. Herat'a gitmişlerdi. Kentin camilerinin, pazaryerlerinin üstünde uçmuşlardı. Belki<br />
de Celil'in evinin duvarlarına, sinemasının ön basamaklarına konmuşlardı.<br />
Yerden on tane çakıl taşı aldı, diklemesine, üç sütun halinde dizdi. Arada bir, gizlice oynadığı bir oyundu bu -<br />
Nana'nın bakmadığı zamanlar. İlk sütuna dört taş koydu, Hatice'nin çocukları; ikinciye Efsun'unkiler için üç,<br />
son, yani üçüncü sütuna da Nergis'in çocukları için üç tane. Sonra, dördüncü sütunu ekledi: tek bir taş; on<br />
birinci.<br />
Ertesi sabah, dizlerine kadar inen, krem rengi elbisesini, pamuklu pantolonunu giydi, başına da yeşil bir<br />
hicap örttü. Hicap konusu fena halde canını sıkıyordu, çünkü yeşildi, elbisesine uymuyordu, ama başka<br />
çaresi yoktu - beyaz olanı güveler yemişti.<br />
Saate baktı. Bu kadranı nane yeşili, rakamları siyah, elle kurulan eski saat, Molla Feyzullah'ın hediyesiydi.<br />
Dokuz. Nana neredeydi acaba? Dışan çıkıp bakmayı düşündü, ama onunla karşılaşmaktan, o incinmiş,<br />
ihanete uğramış bakışla-nndan ödü kopuyordu. Nana onu hainlikle suçlardı. Yersiz, yanlış hevesleriyle dalga<br />
geçerdi.<br />
Meryem oturdu. Vakit geçirmek için, Celil'den öğrendiği gibi, tek hamlede fil çizmeye koyuldu; tekrar tekrar.<br />
Oturmaktan her tarafı tutulmuştu, fakat yatağa uzanamazdı, elbisesi buruşurdu.<br />
31<br />
Akreple yelkovan nihayet on bir buçuğu gösterince, on bir çakıl taşını ce<strong>bin</strong>e soktu, dışarıya çıktı. Irmağa<br />
doğru inerken, Nana'nın gölgeye, kubbeli bir salkımsöğüdün altına çektiği bir iskemlede oturduğunu gördü.<br />
Nana'nın onu görüp görmediğini anlayamadı.