Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
"Bu hiç yakışık almaz," dedi Hatice. "Öyle yaşlı ki, hem çok..." Doğru sözcüğü arandı; Meryem onun aslında<br />
ne demek istediğini çok iyi biliyordu: çok yakın. Onlann ne yapmaya çalıştığını anlamıştı. Bu kadar iyi bir<br />
fırsatı bir daha bulamayabilirsin, Onlar da bulamazdı. Kızın doğumuyla küçük düşmüş, rezil olmuşlardı ve<br />
şimdi karşılarına kızdan bütünüyle kurtulma, kocalanmn yaptığı yüz kızartıcı hatanın son izini de silme şansı<br />
çıkmıştı. Meryem uzaklara gönderiliyordu, çünkü duyduklan utancın ete kemiğe bürünmüş haliydi o;<br />
yürüyen, soluk alıp veren bir ayıp.<br />
"Çok yaşlı ve güçsüz," diye tamamladı Hatice sonunda. "O öldükten sonra ne yapacaksın? Ailesinin başına<br />
dert olur-<br />
51<br />
Tıpkı şu an bize olduğun gibi. Meryem söylenmemiş sözcüklerin, Hatice'nin dudaklarından dökülüşünü<br />
görebiliyordu neredeyse; soğuk bir günde ağızdan çıkan buhar gibi.<br />
Kabil'i düşündü; Herat'ın alo yüz elli kilometre doğusunda olduğunu CeliPden öğrendiği o büyük, yabancı,<br />
kalabalık kenti. Altı yüz elli kilometre. Bugüne kadar kulübemden en çok uzaklaştığı mesafe, buraya, CeliPin<br />
evine yaptığı iki kilometrelik yürüyüştü. Kabil'deki halini gözünün önüne getirmeye çalıştı; bu tahayyül<br />
edilemez mesafenin öteki ucunda, bir yabancının evinde, onun keyfine, dayattığı taleplere göre yaşarken.<br />
Raşit adındaki bu adam için temizlik yapacak, yemek pişirecek, çamaşır yıkayacaktı. Başka görevleri de<br />
olacaktı tabii - kocaların kanlarına ne yaptığını Nana anlatmıştı. İşte, onu dehşete düşüren, ter içinde<br />
bırakan da, özellikle işin bu mahrem yanı, gözünde acı verici, sapkın eylemler olarak canlandırdığı kısmıydı.<br />
Yeniden Celil'e döndü. "Söyle onlara. Buna izin vermeyeceğini söyle."<br />
"İşin aslı, baban Raşit'e cevabını verdi bile," diye atıldı Efsun. "Raşit burada, Herat'ta; ta Kabil'den kalkıp<br />
geldi: Nikâh yarın sabah kıyılacak; öğlen Kabil'e kalkan bir otobüs var."<br />
"Söylesene!" diye haykırdı Meryem.<br />
Bunun üzerine kadınlar sustular. Meryem onların da erkeği gözlediğini sezdi. Bekliyorlardı. Odaya derin bir<br />
sessizlik çöktü. Celil yüzünde ezik, çaresiz bir anlam, parmağındaki alyansı çevirip duruyordu. Dolabın<br />
içindeki saatin tik taklan hiç kesilmiyordu.<br />
Sonunda, kadınlardan biri dayanamadı: "Celil coT<br />
Celil gözlerini ağır ağır kaldırdı, Meryem'inkilere dikti; bir an sonra yeniden indirdi. Ağzını aça, ama yalnızca<br />
tek, acılı bir inilti çıktı.<br />
"Bir şey söyle," dedi Meryem.<br />
52<br />
O zaman Celil boğuk, ölgün bir sesle konuştu. "Allah kahretsin, Meryem; bana bunu yapma," dedi, bir şeyler<br />
yapılan kişi kendisiymiş gibi.<br />
Aynı anda Meryem, salondaki gerginliğin dağılıverdiğini hissetti.<br />
Celil'in karılan yeni -ve çok daha ateşli- bir ikna turuna başlarken, Meryem gözlerini masadan ayırmadı.<br />
Bakışları masanın kaygan, cilalı ayaklarında, köşelerdeki yılankavi kıvamlarda, bir ayna kadar yansıtıcı,<br />
koyu kahve yüzeyinde gezindi. Soluğunu her bırakışmda, yüzeyin buğulandığını, kendi yüzünün babasının<br />
masasından silinip gittiğini aynmsadı.<br />
Efsun ona yukanya, odasına kadar eşlik etti. Sonra, kadın kapıyı çekince, Meryem kilitte dönen anahtann<br />
şakırtısını duydu.<br />
53<br />
8<br />
Sabah, Meryem'e beyaz, pamuklu pantolonun üzerine giymesi için uzun kollu, koyu yeşil bir elbise verdiler.<br />
Efsun yeşil bir hicapfa, aynı renk sandaletler getirdi.<br />
Yine uzun, kahverengi masalı odaya götürüldü, ama bu kez masanın ortasında badem şekeriyle dolu bir<br />
kâse, bir Kuran, yeşil bir duvak, bir de ayna duruyordu. Meryem'in daha önce hiç görmediği (ve nikâh<br />
şahitleri olduğunu tahmin ettiği) iki erkekle, tanımadığı bir molla masadaki yerlerini çoktan almışlardı.<br />
Celil oturması için bir iskemle çekti. Açık kahverengi bir takım elbise giymiş, kırmızı kravat takmıştı, Saçları<br />
yıkanmıştı. İskemleyi çekerken, cesaret verircesine gülümsemeye çalış-<br />
54<br />
ti. Hatice'yle Efsun bugün masanın bu tarafında, Meryem'in yanındaydılar.<br />
Molla duvağı gösterdi, Nergis de yerine oturmadan önce alıp Meryem'in başına yerleştirdi. Meryem gözlerini<br />
önüne, ellerine dikti.<br />
"İçeriye çağırabilirsiniz artık," dedi Celil birine.<br />
Meryem onu görmeden önce kokusunu aldı. Sigara kokusu, bir de ağır, baygın bir oraş losyonu; Celil'inki<br />
gibi hafif değil. Rayihası duvağın kenarından girip Meryem'in burun deliklerine doldu. Duvağın gerisinden,<br />
gözünün ucuyla, başını eğmiş kapıdan geçmekte olan, uzun boylu bir erkek gördü; koca göbekli, geniş<br />
omuzluydu. Adamın iri cüssesi, soluğunu keser gibi oldu; yüreği deli gibi atmaya başladı, çabucak gözlerini<br />
indiriverdi. Adam kısacık bir an kapının eşiğinde oyalandı. Sonra, yavaş ama güçlü, gümbür gümbür<br />
adımlarla odayı geçti. Adımlan, masadaki şeker kâsesini şıngırdat-ü. Boğuk bir hırıltıyla, kendini Meryem'in<br />
yanındaki iskemleye bıraktı. Sesli sesli soluk alıp veriyordu.