01.06.2017 Views

bin-muhtesem-gunes

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

"Kalp krizi. İkinci," dedi Tank'ın annesi, kocasına uyaran bir bakış fırlatarak.<br />

Tank'ın babası sigarasının dumanını üfledi, Leyla'ya göz kırptı. Kızın aklına bir kez daha, bilmeyen birinin,<br />

Tank'ı on-lann torunu sanabileceği geldi. Annesi kırk küsur yaşında doğurmuştu onu.<br />

"Baban nasıl, canım?" diye sordu kadın, kâsesinin üstünden ona bakarak.<br />

Tank'ın annesi, Leyla onu tanıdı tanıyalı, peruk takardı. Rengi yıllar içinde, donuk bir eflatuna dönüşmüştü.<br />

Peruğu bugün kaşlarına doğru indirmişti; Leyla şakaklanndaki kır telleri görebiliyordu. Bazı günler alnından<br />

iyice geriye iterdi. Ama Leyla'ya göre, Tank'ın annesi bu perukla hiç de gülünç, acınası görünmüyordu. Onun<br />

gördüğü şey, peruğun altındaki dingin, kendinden emin çehre, zeki gözler, zarif, acelesiz tavırlardı.<br />

"Çok iyi," dedi Leyla. "Hâlâ Silo'da, elbette. Gayet iyi."<br />

"Peki ya annen?"<br />

"Bazen iyi. Bazen kötü. Aynı yani."<br />

132<br />

"Evet," dedi kadın düşünceli; kaşığını kâseye batırdı. "Bir anne için oğullanndan ayn olmak çok zor...<br />

korkunç."<br />

Tank söze kanştı: "Öğle yemeğine kalacak mısın?"<br />

"Kalmalısın," dedi annesi de. "Şorva yapıyorum."<br />

"Zahmet vermek istemem."<br />

"Zahmet mi?" dedi kadın. "Birkaç haftalığına ayrı kaldık diye yabancı mı olduk yoksa?"<br />

Leyla kızardı, gülümsedi. "Peki, kalınm."<br />

"Tamam, anlaştık."<br />

İşin doğrusu, Leyla karnını kendi evinde doyurmaktan ne kadar haz etmiyorsa, Tank'lann evinde yiyip<br />

içmeye de o kadar bayılıyordu. Burada, kimse tek başına yemezdi, sofraya hep ailece oturulurdu.<br />

Kullandıklan eflatun, plastik bardaklar, sürahide mudaka yüzen çeyrek limon, öyle hoşuna gidiyordu ki. Her<br />

öğüne bir kâse taze yoğurda başlamalan, her şeye, hatta yoğurda bile turunç sıkmalan, küçük, zararsız<br />

şakalarla birbirlerine takılmalan harikaydı.<br />

Yemek sırasında sohbet hiç kesilmezdi. Ailece Peştun ol-malanna karşın, Leyla'nın yanında, onun haonna<br />

sürekli Farsça konuşurlardı; her ne kadar kız onların özgün dili olan Peştuncayı az çok anlıyor olsa da<br />

(okulda öğrenmişti). Babi halklar arasında gerginlik olduğunu söylemişti - azınlık olan Tariklerle,<br />

Afganistan'ın en geniş etnik grubunu oluşturan Peştunlar arasında. Tacikler oldu bitti dışlandıklarını, küpümsendiklerini<br />

hissederler, demişti Babi. Bu ülkeyi neredeyse iki yüz elli yıl salt Peştun krallar yönetti;<br />

Taciklerse topu topu dokuz ay; o da ta 1929'da.<br />

Peki ya sen, diye sormuştu Leyla, sen küçümsendiğini hissediyor musun?<br />

Babi gömleğinin ucuyla gözlüğünün camlannı temizledi. Bence tam bir saçmalık -hem de pok tehlikeli bir<br />

saçmalık- bütün bu ben Taciğim, sen Peptunsun, şu Hazara, bu Özbek laf-<br />

133<br />

lan. Hepimiz Afyanız, önemli olan tek /ey de bu. Ama bir grup ötekine bu kadar uzun süre tahakküm<br />

ederse... Hor görmeler, aşağılamalar başlar. Rekabet. Husumet. Daima böyle olmuştur.<br />

Doğruydu belki. Ama Leyla bu duyguya Tankların bu ko-nulann asla açılmadığı evinde, bir kez olsun<br />

kapılmamıştı. Bu aileyle geçirdiği zaman ona ,son derece doğal, zorlamasız geliyordu; soy ya da dil<br />

farklılıklannın, ya da kendi evindeki gibi kişisel garezlerin, hınçların bozmadığı, karmaşıklaştırmadı-ğı<br />

saaderdi bunlar.<br />

"Bir el iskambile ne dersin?" dedi Tank. "Evet, hadi yukan çıkın," dedi annesi, kocasının savurduğu duman<br />

bulutunu hoşnutsuzlukla kışkışlarken. "Ben gidip şorvaya. bakayım."<br />

Tarık'ın odasında yüzükoyun yere uzandılar, penpper oynamaya başladılar. Ayağını havada öne arkaya<br />

sallayan Tank yolculuğunu anlattı. Amcasıyla birlikte ektikleri şeftali fidan-lan. Bahçede yakaladığı yılan.<br />

Ev ödevlerini bu odada yapar, iskambil kardanndan kuleler diker, birbirlerinin karikatürlerini çizerlerdi.<br />

Yağmur yağıyorsa pencerenin çıkıntısına yaslanır, ılık portakallı Fanta'lan-nı yudumlarken cama vuran<br />

tombul damlalan seyrederlerdi. "Pekâlâ, sana bir bilmece," dedi Leyla kardan kanştınr-ken. "Dünyayı<br />

dolaşan ama bir köşede duran şey nedir?"<br />

"Dur." Tank elleriyle yeri iterek yarı doğruldu, takma bacağını öteki yana savurdu. Göz kırparak yan döndü,<br />

dirseğine yaslandı. "Şu yastığı uzatsana." Alıp bacağının altına yerleştirdi. "Hah. Şimdi oldu."<br />

Leyla kopuk bacağı, geride kalan kökü ilk kez gördüğü günü çok iyi anımsıyordu. Altı yaşındaydı. Bir<br />

parmağıyla, oğlanın sol dizinin hemen altındaki gergin, parlak deriyi dürtmüştü. Orada parmağına küçük,<br />

sert yumrular değmiş,<br />

134<br />

Tank bunların, bazen uzuv kesildikten sonra fırlayan sivri kemik mahmuzlan olduğunu söylemişti. Kesik yer<br />

acıyor mu, diye sormuş, oğlan da günün sonunda, bacak şiştiği ve proteze tam oturmadığı, yani parmağa<br />

geçen dikiş yüksüğü gibi yerleşmediği zaman hassaslaşüğını, ağndığını açıklamıştı. Bazen de proteze<br />

sürtünüyor. Özellikle hava sıcaksa. O zaman kı-zarıp su topluyor, ama annemde bazı kremler var, faydası<br />

oluyor. O kadar da kötü değil.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!