Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Ama Meryem'in asıl ilgisini çekenler, kadınlardı.<br />
Kabil'in bu kesimindeki kadınlar, daha yoksul semtlerdeki, örneğin Raşit'le oturdukları, kadınların<br />
çoğunluğunun tepeden tırnağa örtülü olduğu mahallelerdeki hemcinslerinden çok farklıydı - başka bir cinsti<br />
bunlar. Bunlar -Raşit'in kullandığı sözcük neydi?- "modem" kadınlardı. Evet, modern Afgan er-kekleriyle<br />
evlenen modern Afgan kadınları; kocaları onların makyajlı yüzleriyle, açık başlarıyla yabancılann arasında<br />
dolaşmasına karşı çıkmıyordu. Meryem onların sokağı serbestçe, özgürce geçişlerini seyretti; bazen bir<br />
erkekle, bazen yalnız, bazen de pembe yanaklı çocuklarla birlikte; bu çocukların parlak ayakkabıları, deri<br />
kayışlı saatleri, yüksek gidonlu, yaldız jandı bisikletleri yardı - Deh-Mazang'daki, eski, patlak lastikleri<br />
çeviren, yanaldan tatarcık çıbanlı çocuklara hiç benzemiyorlardı.<br />
Bu kadınların hepsinin, öne arkaya sallanan çantaları, dalgalanan, hışırdayan etekleri vardı. Meryem'in<br />
gözüne, direksiyonda oturmuş sigara içen bir tanesi bile çarpü. Tırnaklan<br />
78<br />
uzun, pembe ya da turuncu cilalıydı dudakları laleler kadar kırmızı. Yüksek ökçeleriyle, her an acil bir işleri<br />
varmışçasına, hızlı hızlı yürüyorlardı. Koyu camlı güneş gözlükleri takmışlardı; hızla geçip giderlerken,<br />
parfümlerinin hafif kokusu Meryem'in burnuna çarpıyordu. Meryem onların üniversite mezunu olduğunu,<br />
şirkederde, bürolarda çalıştıklarını, günü kendilerine ait masalarda daktilo yazarak, sigara içerek, önemli<br />
kişilerle önemli telefon görüşmeleri yaparak geçirdiklerini tahayyül etti. Bu kadınlar Meryem'i büyülemişti.<br />
Yalnızlığını, basit görüntüsünü, amaçsızlığını ve pek çok konudaki cahilliğini yüzüne çarpıyorlardı.<br />
Sonra, Raşit omzuna dokundu, bir şey uzattı. "Al."<br />
Koyu kestane rengi, ipek bir şaldı; kenarları sırma işiyle çevrilmiş, boncuklu saçaklarla süslenmişti.<br />
"Beğendin mi?"<br />
Meryem başını kaldırıp baktı. O zaman, Raşit dokunaklı bir şey yaptı. Gözlerini kırpıştırdı, bakışlarını kaçırdı.<br />
Meryem CeliPi düşündü; kıza aldığı takılan şen şakrak, güzelce vurgulayarak, önemseyerek veriş biçimini;<br />
insana uysal bir minnettarlık dışında başkaca bir tepki şansı tanımayan, taşkın neşesini. Nana, Celil'in<br />
armağanlan konusunda da haklıydı. Onlar nedamet niyetine, yanm yürekle, üstünkörü verilen rüşvetierdi;<br />
kızı mutlu etmekten çok kendi vicdanını rahatlatmak için yapılan, içtenliksiz, hesapçı jesder. Oysa Meryem<br />
bu şalın gerçek bir hediye olduğunu görebiliyordu. "Çok güzel," dedi.<br />
O gece Raşit yine Meryem'in odasına geldi. Ama kapının eşiğinde durup sigara içmek yerine, odayı geçti,<br />
yatağa ilişti. Yaylar gıcırdadı, döşek çukurlaştı.<br />
79<br />
Bir anlık bir duraklama oldu, sonra elini kızın boynuna doladı; kalın parmaklarıyla Meryem'in ensesindeki<br />
boğumlara hafifçe bastırdı. Başparmağı aşağıya doğru kaydı, köprü-cükkemiğinin üstündeki çukuru,<br />
ardından da çevresini sıvazlamaya başladı. Meryem zangır zangır titriyordu. Erkeğin eli biraz aşağıya indi,<br />
sonra biraz daha aşağıya; tırnaklan kızın pamuklu bluzuna takılıyordu.<br />
"Yapamam," dedi Meryem, kuru, boğuk bir sesle; ayışığı-nın aydınlattığı profile, kalın omuzlara, geniş<br />
göğse, açık yakadan fışkıran kırlaşmış kıl demetine bakarak.<br />
Erkeğin eli şimdi sağ göğsündeydi, bluzun üzerinden sertçe sıkmaktaydı; kız onun burnundan aldığı derin<br />
solukla-n duyabiliyordu.<br />
Battaniyenin altına, kızın yanma kaydı. Meryem onun önce kendi kemeriyle, sonra kızın pijamasının<br />
uçkuruyla uğraşan elini hissedebiliyordu. Kendi elleriyse çarşafi avuçlamış, yumruk olmuştu. Adam onun<br />
üzerine çıktı; o kıvranıp debelenerek yerleşirken, kızın ağzından hafif bir inilti döküldü. Sonra gözlerini<br />
yumdu, dişlerini sıktı.<br />
Acı ani, afallatıcıydı. Gözleri ardına kadar açılıverdi. Havayı dişlerinin arasından içine çekti, başparmağının<br />
boğumunu ısırdı. Boştaki kolunu Raşit'in sırtına attı, parmaklan erkeğin gömleğine gömüldü.<br />
Raşit yüzünü onun yastığına bıraktı, Meryem'in fal taşı gibi açılmış gözleri onun omzunun üstünden tavana<br />
dikildi; tir-tir titriyor, dudaklannı sıkıyordu; erkeğin ağzından çıkan, kısa, kesik soluklar omzunu yakıyordu.<br />
Aralarındaki hava tütün, soğan ve öğlen yedikleri kuzu şiş kokuyordu. Zaman zaman, Raşit'in kulağı onun<br />
yanağına sürtünüyordu; hissettiği hafif tırtıklı, kaşındıran temastan, adamın kulağını araş ettiğini anladı.<br />
İşi bitince, Raşit yana devrildi, soluk soluğa yattı. Kolunu alnına atmıştı. Karanlıkta, Meryem onun saatinin<br />
mavi akre-<br />
80<br />
biyle yelkovanını görebiliyordu. Bu şekilde bir süre yattılar; sırtüstü, birbirlerine bakmadan.<br />
"Bunda utanılacak bir şey yok, Meryem," dedi, hafif pel-tekleşmiş bir dille. "Bütün evli insanlann yaptığı bir<br />
şey. Peygamberimiz de kanlanyla yapardı. Hiçbir ayıp tarafı yok."<br />
Birkaç dakika sonra üzerindeki örtüyü attı, kalkıp odadan çıktı; Meryem yastığın üzerindeki çukurla baş başa<br />
kaldı; gökyüzündeki donmuş yıldızlara, ayın çehresini bir gelin duvağı gibi örten buluta baktı, alt kısmındaki<br />
sancının geçmesini bekledi.<br />
81<br />
12