01.06.2017 Views

bin-muhtesem-gunes

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Karteh-Seh yolunda, Zalmay babasının kucağında hoplaya zıplaya yol alırken, Azize yanında hızlı hızlı<br />

yürüyen Mer yem'in elini tutmuştu. Rüzgâr kızın çenesinin altından bağ lanmış, kirli eşarbı uçuruyor,<br />

elbisesinin eteğini dalgalandırıyordu. Azize'nin suratı şimdi enikonu asıktı; kandırıldığını, aldatıldığını her<br />

adımda biraz daha seziyordu sanki. Leyla ona gerçeği söyleyecek gücü bulamamıştı. Kıza okula gittiğini<br />

söylemiş, ancak bunun, çocukların yiyip içtiği, uyuduğu, dersten sonra eve dönmediği, özel bir okul olduğunu<br />

eklemişti. Azize şu anda da annesini, günlerdir yinelediği sorularla yaylım ateşine tutmaktaydı. Öğrenciler<br />

ayrı odalarda mı uyuyordu yoksa tek, kocaman bir odada mı? Arkadaşları olacak mıydı? O, yani Leyla,<br />

öğretmenlerin tatlı, sevecen davranacağından emin miydi?<br />

Birkaç kez de: Orda ne kadar kalmam gerekiyor?<br />

Baraka benzeri, alçak <strong>bin</strong>aya iki sokak kala durdular.<br />

"Zalmay'la biz burada bekleriz," dedi Raşit. "Ah, unutmadan..."<br />

Ce<strong>bin</strong>den bir tane çiklet çıkardı, gergin bir tavırla ama büyük bir lütufta bulunuyormuşçasına, veda armağanı<br />

olarak Azize'ye uzattı. Azize çikleti aldı, teşekkür ederim, diye mırıldandı. Leyla kızının zarafetine, bağışlama<br />

kapasitesinin genişliğine bir kez daha hayran kaldı, gözleri doldu. Yüreği eziliyor, bugün Azize'nin onunla<br />

birlikte öğlen uykusuna yatmayacağını, göğsünde Azize'nin kolunun belli belirsiz ağırlığını, kaburgalarına<br />

bastıran başının yuvarlaklığını, boynunu ısıtan soluğunu, karnına değen topuklarını hissedemeyeceğini<br />

düşündükçe üzüntüden bayılacak gibi oluyordu.<br />

Azize iki kadın tarafından uzaklaştırılınca, Zalmay yaygarayı bastı: Ziza! Ziza! Babasının kollarından<br />

kurtulmak için kıvranıyor, tekmeler savuruyordu; ablasına seslenmeyi sür-<br />

322<br />

dürdü, ta ki gözüne, karşı kaldırımdaki laternacının maymunu çarpıncaya kadar.<br />

Son iki sokağı yalnız geçtiler; Meryem, Leyla ve Azize. Binaya yaklaşınca, Leyla yol yol çatlamış cepheyi,<br />

bel vermiş çatıyı, pencerelere cam yerine çakılmış tahta lataları, yıkıldı yıkılacak duvarın arkasındaki<br />

salıncağın üst kısmını görebildi.<br />

Kapıda durdular, Leyla Azize'ye bir kez daha tekrarlattı: "Babanı sorarlarsa ne diyeceksin?"<br />

"Onu Mücahitler öldürdü,"<br />

"Aferin, kızım. Nedenini anlıyorsun, değil mi?"<br />

"Çünkü burası özel bir okul," dedi Azize. Artık gelip kapıya dayandıkları, okul bir gerçekliğe dönüştüğü için,<br />

bir hayli sarsılmış görünüyordu. Altdudağı titriyordu, gözleri dolu doluydu; Leyla onun cesur görünmek için<br />

nasıl bir mücadele verdiğinin farkındaydı. "Eğer doğruyu söylersek," dedi Azize cılız, tıkandı tıkanacak bir<br />

sesle, "beni almazlar. Çünkü bu özel bir okul. Eve gitmek istiyorum."<br />

"Seni görmeye geleceğim," diyebildi Leyla. "Sık sık. Söz veriyorum."<br />

"Ben de," dedi Meryem. "Seni ziyarete geleceğiz, Azize co, birlikte oyunlar oynayacağız, tıpkı eskisi gibi.<br />

Zaten bir süreliğine buradasın; baban iş buluncaya kadar."<br />

"Burada yemek bol," dedi Leyla. Sesi titriyordu. Bur-kafa, nasıl darmadağın olduğunu Azize'den gizleyen<br />

çarşafa minnet duydu. "Burada hiç açlık çekmeyeceksin. Pilavları, ekmek ve sulan var; hatta belki meyveleri<br />

de."<br />

"Ama sen olmayacaksın. Meryem Hala da yanımda olmayacak."<br />

"Gelip seni göreceğim," dedi Leyla. "Sürekli. Bak bana, Azize. Seni görmeye geleceğim. Ben senin annenim.<br />

Bu benim canıma mal olsa bile, gelip seni göreceğim."<br />

323<br />

* **<br />

Yetimhanenin müdürü beli bükülmeye başlamış, dar-gö-ğüslü bir adamdı; yüzünde derin, sevimli çizgiler.<br />

Saçlan dökülmüştü; gür, tiftik tiftik bir sakalı, bezelyeye benzeyen, küçük gözleri vardı. Adı Zaman'dı. Başına<br />

takke takmıştı. Gözlüğünün sol camı çatlaktı.<br />

Önlerine düşüp çalışma odasına götürürken, Leyla'yla Meryem'e adlarını sordu, sonra da Azize'nin adını ve<br />

yaşını. Loş koridorlardan geçtiler; yalınayak çocuklar kenara çekilip yol veriyor, onları süzüyordu. Kimisi<br />

bakımsız, darmadağınık saçlıydı, kimisinin kafasıysa sıfıra vurulmuştu. Üzerlerinde kollan yıpranmış, eprimiş<br />

kazaklar, dizleri erimiş, tel tel olmuş kot pantolonlar, koli bandıyla yamanmış ceketler. Leyla'nın burnuna<br />

sabun ve talk pudrası, amonyak ve sidik kokusu geldi; Azize'nin burnunu çeke çeke ağlamaya başladığını<br />

görünce de, endişeleri iyice arttı.<br />

Bahçeyi bir anlığına görebilmişti: yabani ot bürümüş zemin, sarsak bir salıncak, eski lastikler, sönmüş bir<br />

basketbol topu. Önlerinden geçtikleri odalar çıplaktı, pencerelere çarşaf gerilmişti. Odaların birinden bir<br />

oğlan firladı, Leyla'nın dirseğine yapıştı, kucağına tırmanmaya çalıştı. Yerdeki, bir çiş gölcüğüne benzeyen<br />

şeyi temizlemekte olan hademe elindeki paspası bıraktı, oğlanı kovaladı.<br />

Zaman yetimlere karşı babacan, müşfik görünüyordu. Yanlarından geçerken birkaçının başını okşadı,<br />

candan, dostça bir şeyler söyledi; büyüklük taslamadan, bir-ikisinin saçlarını karıştırdı. Çocuklar onun<br />

dokunuşlarından memnun gibiydiler/Yüzüne hevesle, onayını alma umuduyla bakıyorlar, diye düşündü<br />

Leyla.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!