Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Taymani'deki lokantadan kovulma nedeniyse, beklemekten bunalan müşterilerin şikâyetleriydi. Raşit aşçıyı<br />
eli ağır olmakla, tembellikle suçladı.<br />
"Muhtemelen arka tarafta uyukluyordun," dedi Leyla. "Damarına basma, Leyla co," dedi Meryem. "Seni<br />
uyarıyorum, kadın," dedi Raşit. "Ya da sigara tüttürüyordun." "Bak, yemin ederim..." "Elinde değil; neysen<br />
osun işte."<br />
Bir an sonra, Leyla'nın üzerindeydi; göğsünü, başını, karnını yumrukluyor, saçlarını yoluyor, kolundan tutup<br />
tutup duvara çalıyordu. Azize avaz avaz haykırıyor, adamın gömleğine yapışmış, çekiyordu; Zalmay da<br />
bağırıyor, annesini onun elinden kurtarmaya çalışıyordu. Raşit çocukları bir tarafa savurdu, Leyla'yı yere<br />
yıktı, tekmelemeye başladı. Meryem Leyla'nın üzerine kapandı. Adam tekmelemeyi sürdürdü, şimdi<br />
tekmelerin hedefi Meryem'di; ağzından tükürükler saçarak, gözlerinde ölümcül pırıltılar, yorgun düşene<br />
kadar tekmeledi.<br />
"Yemin ediyorum, bir gün seni öldürmek zorunda kalacağım, Leyla," diye hırıldadı. Sonra evden fırtına gibi<br />
çıkıp gitti.<br />
312<br />
***<br />
Para tükenince, açlık yaşamlarına kapkara bir örtü gibi indi. Açlığın, bu kadar çabuk bir ölüm-kalım meselesi<br />
haline gelivermesi, Meryem'i afallatmışü.<br />
Etsiz, sossuz pilav, haşlanmış, sade pirinç bile ender bulunan bir ziyafetti artık. Giderek artan, korkutan bir<br />
sıklıkla öğün atlıyorlardı. Raşit bazen eve bir kutu sardalyeyle tadı talaş tozuna benzeyen, gevrek, kupkuru<br />
bir ekmek getiriyordu. Bazen de, hırsızlık suçuyla elinin kesilmesini bile göze alarak, bir torba çalıntı elma.<br />
Bakkallardan, gözünü dört açarak aşırdığı ravyoli konservelerini beşe böler, aslan payını Zalmay'a ayırırdı.<br />
Ham şalgamlara tuz serpip yiyorlardı. Akşam yemeğinde porsumuş marul yapraklan, kararmış muz.<br />
Açlıktan ölmek, ansızın yakın bir olasılık olup çıkmıştı. Kimileri oturup o günü beklememeyi seçiyordu.<br />
Meryem komşulardan dul bir kadının, kuru bir ekmeği ufalayıp fare zeh-riyle karıştırdığını ve yedi çocuğuna<br />
yedirdiğini duydu. En büyük parçayı da kendisine ayırmıştı.<br />
Azize'nin kaburga kemikleri derisini germeye başlamış, avurtları çökmüştü. Baldırları inceldi, teni açık çay<br />
rengine döndü. Meryem onu kucaklayıp kaldırdığında, gergin derisinden fırlayan kalça kemiğini<br />
hissedebiliyordu. Zalmay donuk ve yan kapalı gözleriyle ya bulduğu yere kıvnlıyor ya da kendini bir çuval<br />
gibi halsiz, babasının kucağına bırakıyordu. Yeterli enerjiyi toplayabildiğinde, ağlaya ağlaya uyuyakalıyor-du,<br />
ama uykuları da düzensiz, kesikti. Her ayağa kalkışında, Meryem'in gözünün Önünde beyaz benekler<br />
uçuşuyordu. Başı dönüyor, kulaklan sürekli çınlıyordu. Molla Feyzul-lah'ın ramazanda söylediği bir şeyi<br />
anımsadı: Yılanın soktuğu adam bile uyuyabilir, ama ap adam, asla.<br />
"Çocuklanm ölüp gidecek," dedi Leyla. "Gözlerimin önünde."<br />
313<br />
"Hayır, ölmeyecekler," dedi Meryem. "Buna izin vermeyeceğim. Her şey düzelecek, Leyla co. Ne<br />
yapacağımı biliyorum."<br />
İnsanın derisini kavuracak kadar sıcak bir gün, Meryem üzerine burkalım geçirdi, Raşit'le birlikte yürüyerek<br />
Intercontinental Oteli'ne gitti. Otobüse <strong>bin</strong>mek artık bütçelerinin karşılayamayacağı bir lükstü; dik tepeyi<br />
tırmandıklarında Meryem'de de adım atacak hal kalmamıştı. Yokuşu çıkarken pek çok kez başı dönmüş,<br />
gözü kararmış, iki kez durup geçmesini beklemek zorunda kalmıştı.<br />
Otelin girişinde, Raşit bordo giysili, kasketli kapıcılardan biriyle selamlaşıp kucaklaştı. Aralarında dostça<br />
görünen bir sohbet geçti. Raşit konuşurken, elini kapıcının dirseğine dayamıştı. Bir ara başıyla Meryem'i<br />
gösterdi, iki adam dönüp bir an ona baktılar. Meryem'in gözü kapıcıyı bir yerden ısırır gibiydi.<br />
Kapıcı içeriye girdi, Meryem'le Raşit durup beklediler. Bu yükseklikten bakınca, Meryem Politeknik<br />
Enstitüsü'nü, onun ilerisinde de eski Hayır-hane bölgesini ve Mezar'a giden yolu görebiliyordu. Güneyde,<br />
ekmek fabrikasını seçti. Uzun zaman önce terk edilen silonun soluk san cephesi, hedef olduğu onca<br />
bombardımandan, delik deşikti. Daha da güneyde, Darülaman Sarayı'nın yıkıntıları, Raşit'in onu yıllar önce<br />
pikniğe götürdüğü, şimdi çukurlar içindeki bahçe görünüyordu. O günün anısı, artık bir başkasına aitmiş gibi<br />
gelen geçmişten, kutsal bir yadigârdı.<br />
Meryem dikkatini <strong>bin</strong>alarda, göze çarpan yapılarda yoğunlaştırdı. Zihnini özgür bıraktığı an, bütün cesaretini<br />
yitireceğinden korkuyordu.<br />
Birkaç dakikada bir, otelin girişine bir cip ya da taksi yanaşıyordu. Kapıcılar koşuyor, hep^i de erkek, silahlı,<br />
sakaliı,<br />
314<br />
türbanlı olan, araçlardan hep aynı kendinden emin, kibirli ve tehditkâr havayla inen yolcuları karşılıyordu.<br />
Onlar yanından hızla geçip otele dalarken, Meryem'in kulağına bölük pörçük sözcükler çalınıyordu.<br />
Çoğunlukla Peştunca ve Farsça, ara ara da Urduca ve Arapça.<br />
"İşte gerçek efendilerimiz," dedi Raşit alçak bir fısıltıyla. "Pakistanlı ve Arap İslamcılar. Taliban yalnızca bir<br />
kukla. Ası' büyük oyuncular bunlar•, Afganistan da oyun bahçeleri."