01.06.2017 Views

bin-muhtesem-gunes

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Gayet iyiyim, Hala. İyiyim.<br />

Çocuklar sana sataşıyor mu?<br />

Hayır, Anne. Herkes çok tatlı.<br />

İyi yiyor musun? Rahat uyuyor musun?<br />

Yiyorum. Uyuyorum da. Evet. Dün akşam kuzu yedik. Yoksa geçen hafta mıydı?<br />

Kızı böyle konuştuğunda, Leyla onda Meryem'den irice bir parça görüyordu.<br />

Azize şimdi kekeliyordu da. İlk Meryem fark etmişti. Oldukça gizli, silikti, fakat fark edilebiliyordu; özellikle t<br />

harfiyle başlayan sözcüklerde belirgindi. Leyla bundan Zaman'a söz etti. Adam kaşlarını çattı, "Ben hep<br />

böyle olduğunu sanıyordum," dedi.<br />

O cuma ikindisi, yetimhaneden aynlırken biraz gezdirmek için Azize'yi de yanlanna aldılar, otobüs durağında<br />

beklemekte olan Raşit'le buluştular. Zalmay babasını görünce bir sevinç çığlığı atıp debelendi, Leyla'nın<br />

kollanndan kurtuldu. Azize'nin Raşit'i selamlayışı ciddi, gergindi, ama düşmanca değil.<br />

333<br />

Raşit acele etmelerini söyledi, iki saat sonra işbaşı yapması gerekiyordu. IntercontinentaPde kapıcılığa<br />

başlayalı bir hafta olmuştu. Öğleden sekize, haftada altı gün, araba kapılarını açıyor, bavul taşıyor, yere bir<br />

şey döküldüğünde siliyor-du. Bazen, günün sonunda, açık büfe tarzı lokantanın aşçısı, Raşit'in artıklardan<br />

birazını (etrafa çaktırmadan) alıp eve götürmesine göz yumuyordu - yeter ki etrafa çaktırmasın. Soğumuş,<br />

yağı emmiş köfteler; kızarmış tavuk kanatlan, kabuğu kuruyup sertleşmiş; artık lastik gibi olmuş, soslu<br />

makarna; katı, çakıllı pilav. Raşit Leyla'ya söz vermişti, eli biraz para tutar tutmaz, Azize'yi eve getirecekti.<br />

Şimdi de üzerinde üniforması vardı; bordo rengi, polyester bir takım, beyaz gömlek, klipsli boyunbağı, ak<br />

saçlarını ezen, siperlikli kasket. Üniforma Raşit'i dönüştürüyordu. Sırtında bu varken, incinebilir, neredeyse<br />

zararsız görünüyordu; yüzünde zavallı bir şaşkınlık. Hayatın ona layık gördüğü rezillikleri itirazsız kabullenen<br />

biri gibi. Bu teslimiyetiyle hem acınası hem de hayran olunası biri.<br />

Otobüsle Titanic Şehri'ne gittiler. İki taraftaki derme çatma kulübelerin, kuru sedere tutunmuş<br />

gecekonduların arasından nehir yatağına doğru yürüdüler. Köprünün yakınında, basamakları inerlerken bir<br />

vinçten sarkan, çıplak ayaklı bir erkek cesedi gördüler; kulakları kesilmiş, ipin ucundaki boynu bükülmüştü.<br />

Irmakta, etrafta dolaşan kalabalığın arasına karıştılar: alışverişçiler, para takasçılan, sivil toplum örgütlerinin<br />

sıkkın yüzlü üyeleri, sigara satıcıları, gelip geçene ellerindeki sahte antibiyotik reçetelerini gösterip para<br />

dilenen, çarşaflı kadınlar. Eli kırbaçlı, nesvar çiğneyen Talipler Titanic Şehri'nde devriye geziyor, yakışıksız<br />

kahkahalar, peçesiz yüzler aranıyordu.<br />

Zalmay, koyun postundan yapılma gocuk satan bir satıcıyla yapay çiçeklerle dolu bir tezgâhın arasındaki<br />

oyuncakçıdan, san ve mavi çizgili, kauçuk bir basketbol topu aldı.<br />

334<br />

"Bir şey seç," dedi Raşit Azize'ye.<br />

Kız duraksadı; mahcubiyetten kasılıp kalmıştı.<br />

"Acele et. Bir saat sonra işte olmalıyım."<br />

Azize bir top-şeker makinesi seçti; madeni parayı deliğe atıp bir şeker alıyor, sonra alttaki kapağı kaldınp<br />

parayı geri alıyordunuz.<br />

Satıcı fiyatını söyleyince Raşit'in kaşlan kalkıverdi. Sıkı bir pazarlık başladı, sonunda Raşit Azize'ye dönüp,<br />

sanki oyuncak için tutturan oymu? gibi, "Geri ver," diye homurdandı. "İkisini birden alamam."<br />

Dönüş yolunda, yetimhaneye yaklaştıkça Azize'nin şen şakrak ön-cephesi her adımda biraz daha soldu,<br />

bulandı. Eller uçuşmayı kesti. Yüzü karardı. Her seferinde yineleniyordu bu. Şimdi konuşup durma, yerli<br />

yersiz, asabice gülme, hüzünlü sessizliği soluksuz, amaçsız gevezeliklerle doldurma sırası, Meryem'in de<br />

desteğiyle, Leyla'daydı.<br />

Daha sonra, Raşit onlan yetimhaneye bırakıp otobüsle işe yollandığında, Leyla durdu, el sallayan, sonra<br />

duvann di<strong>bin</strong>den ayaklannı sürüye sürüye arka avluya geçen Azize gözden yitinceye kadar bekledi.<br />

Azize'nin kekelemesini, fay kınlma-lanyla ilgili söylediklerini düşündü; derinlerde şiddetli çarpışmalar<br />

yaşanırken, bizim yüzeyde nasıl yalnızca hafif bir titreme hissettiğimizi.<br />

"Çek git, hey sen!" diye haykırdı Zalmay. "Şişşt," dedi Meryem. "Kime bağınyorsun böyle?" Oğlan<br />

parmağıyla gösterdi. "Şuna. Şu adama." Leyla parmağın gösterdiği yöne baktı. Evin önünde bir adam<br />

duruyordu; kapıya yaslanmıştı. Geldiklerini görünce onlara doğru döndü. Kollarını çözdü. Topallayarak bir-iki<br />

adım attı.<br />

335<br />

Leyla durdu.<br />

Boğazından boğulur gibi bir hırıltı çıktı. Dizleri gevşedi. Ansızın, Meryem'in koluna, omzuna, bileğine,<br />

herhangi bir yerine, bir şeye tutunma, yaslanma arzusu, gereksinimi hissetti. Ama yapmadı. Bunu göze<br />

alamadı. Tek bir kasını bile kıpırdatmaya cesaret edemedi. Nefes almaktan, hatta gözünü kırpmaktan bile<br />

korkuyordu, çünkü bunun uzakta titreşen bir serap olmasından, en küçük bir kıpırtıda kaybolacak, uçucu bir<br />

yanılsama olmasından korkuyordu. Bunun için de, tam anlamıyla hareketsiz kaldı, Tarık'a baka; ta ki göğsü<br />

hava ihtiyacıyla çığlıklar atana, gözleri kırpışmak için yanana kadar. Derin bir soluk aldıktan, gözlerini

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!