01.06.2017 Views

bin-muhtesem-gunes

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

şan bir gerilla gücü, demişti adam. Çoğu Pakistan sınırındaki sığınma kamplarında yetişmiş (hatta kimileri<br />

orada doğmuş), Pakistan medreselerinde, mollalar tarafindan Şeriat eğitimi almıştı. Liderleri, Molla Ömer<br />

adında gizemli, okuma yazma bilmeyen, tek gözlü bir münzeviydi; Raşit'in hafif alaylı eklediğine göre,<br />

kendine Amir-ül-Mümin dedirtiyordu - Müminlerin, İnananların Önderi.<br />

"Bu çocukların rifa'sı, kökleri olmadığı doğru," diye sürdürdü sözünü. Ne Meryem'e ne de Leyla'ya hitap<br />

ediyordu. Başarısız kaçma girişiminden beri, iki buçuk yıldır, Meryem onun Leyla'yı da kendisiyle aynı kefeye<br />

koyduğunun farkındaydı: onun güvenini kesinlikle hak etmeyen, aşağılanmaya, adamdan sayılmamaya layık<br />

iki alçak. Raşit konuştuğunda, Meryem onun kendi kendisiyle sohbet ettiği duygusuna kapılıyordu; ya da<br />

odadaki görünmeyen ama iki kadının aksine, fikir beyan edilmeye değen birine seslendiği duygusuna.<br />

"Geçmişleri olmayabilir," dedi Raşit, sigarasının dumanını tavana doğru üflerken. "Dünya hakkında ya da bu<br />

ülkenin tarihi hakkında hiçbir şey bilmiyor olabilirler. Tamam. Onlarla kıyaslandığında, bizim Meryem<br />

üniversite profesörü sayılır. Hah! Doğru söylüyorum. Ama etrafınıza bir balan. Ne görüyorsunuz? Yozlaşmış,<br />

açgözlü, haris, tepeden tırnağa silahlı, eroin zengini, birbirine cihat açan ve aradaki herkesi, önüne geleni<br />

öldüren Mücahit komutanlar - aynen bunu, işte. Taliban hiç olmazsa saf, bozulmamış. En azından, tertemiz<br />

Müslüman çocuklar. Gelir gelmez, burayı bir güzel temizleyecekler, vallah. Banş ve düzen getirecekler. Süt<br />

almaya çıkan insanlar vurulup öldürülmeyecek. Rokeder susacak! Bir düşünsenize."<br />

Taliban iki yıldır, adım adım Kabil'e yaklaşıyor, şehirleri Mücahitlerin elinden alıyor, yerleştiği yerdeki hizip<br />

savaşlarına son veriyordu. Hazara komutan Abdül Ali Mezari'yi yakalayıp<br />

281<br />

kurşuna dizmişti. Aylardır, üslendikleri yerden, yani Kabil'in güneyindeki dış mahallelerinden kenti ateşe<br />

tutuyor, Ahmet Şah Mesut'la birbirlerine roket yağdınyorlardı. 1996 Eylülü'-nün başlarında, Celalabad ve<br />

Sarobi kentlerini de zapt ettiler.<br />

Taliban'da, Mücahitlerin asla sahip olamadığı bir şey var, dedi Raşit. Birlik.<br />

"Hoş geldiler, sefa geldiler," diye ekledi. "Başkalarını bilmem, ama ben onlan gül yapraklanyla<br />

karşılayacağım."<br />

O gün dışarıya çıktılar, dördü birlikte; Raşit yeni dünyalarını, yeni önderlerini selamlamalan için onlan bir<br />

otobüsten indirip ötekine <strong>bin</strong>dirdi. Yerle bir olmuş, harap mahallelerde, Meryem yıkınülann altından çıkıp<br />

sokaklara akan insanlar gördü. Dişsiz, buruşuk ağzıyla devamlı gülümseyen, yaşlı bir kadın yoldan<br />

geçenlerin üzerine avuç avuç pirinç serpiyordu. Salt iskeleti kalmış bir <strong>bin</strong>anın yanında kucaklaşan iki erkek;<br />

gökyüzünde, oğlan çocuklann damlardan fırlattığı fişeklerin, çatapatlann vınlaması, üslaması, patırtısı.<br />

Kasetçalarlardan yayılan ulusal marş, hiç susmayan araba kornalanyla yanşıyor. "Bak, Meyem!" Azize,<br />

Meyvand Caddesi'ne doğru koşan birtakım oğlanlan gösteriyordu. Sıkılı yumruklanyla havayı dövüyor, iplere<br />

bağladıkları, paslı teneke kutulannı sürüklüyorlardı peşleri sıra. Mesut'la Rabbani'nin Kabil'den çekildiğini<br />

haykınyorlardı.<br />

Dört bir yandan tekbirler yükselmekteydi: Allah-ü-ekber! Meryem, Meyvand Caddesi'ndeki bir pencereden<br />

sarkan çirşafa baktı. Üzerine kocaman, siyah harflerle şöyle yazılmışa: ZENDA BAAD TALIBAN! Çok yaşa<br />

Taliban!<br />

Sokaklarda yürürlerken, Meryem'in gözüne, aynı dileği tekrarlayan başka yazılar da çarptı - camlara<br />

boyanmış, kapılara çivilenmişti; araba antenlerinde çırpınıyordu.<br />

282<br />

***<br />

Meryem ilk Taliban'ını da aynı günün ilerleyen saatlerinde gördü; Raşit, Leyla ve Azize'yle birlikte girdikleri<br />

Peştu-nistan Meydanı'nda. Büyük bir kalabalık toplanmıştı alana. İtişiyor, daha iyi görebilmek için boyunlannı<br />

uzatıyorlardı; alanın ortasındaki mavi çeşmenin etrafını saranlar, kuru yatağına doluşanlar da vardı. Alanın<br />

ucunu görmeye çalışıyorlardı, eski Hayber Lokantası'nın bulunduğu kısmı.<br />

Raşit cüssesini kullanarak kalabalığı yardı, onlan birinin mikrofondan konuştuğu noktaya götürdü.<br />

Azize görünce, bir çığlık atıp yüzünü Meryem'in hur-ka'smz gömdü.<br />

Mikrofondaki ses, ince uzun, sakallı bir delikanlıya aitti; başına siyah bir türban dolamıştı. Seyyar, derme<br />

çatma bir yükseltinin üzerindeydi. Boştaki elinde bir roketatar tutuyordu. Yanında, trafik lambasına<br />

bağlanmış urganlann ucunda sallanan, iki kanlı ceset vardı. Giysileri paramparça. Şişmiş yüzleri morumsumavi.<br />

"Onu tanıyorum," dedi Meryem. "Soldakini." Meryem'in önünde duran genç kadın döndü, Necibullah<br />

olduğunu söyledi. Öteki adamsa kardeşiydi. Meryem Neci-bullah'ın, Sovyet yıllarında ilan tahtalanndan, vitrin<br />

camlarından gülümseyen, tombul, bıyıklı yüzünü anımsadı.<br />

Daha sonra, Taliban'in Necibullah'ı sığındığı yerden, Da-rülaman Sarayı yakınındaki Birleşmiş Milletler<br />

karargâhından yaka paça çıkardığını öğrenecekti. Ona saatlerce işkence yap-tıklannı; ayaklarını bir<br />

kamyona bağlayıp cansız bedenini sokaklarda sürüdüklerini.<br />

"Çok, pek çok Müslüman'ı öldürdü!" diye haykınyordu genç Taliban elindeki mikrofona. Önce, Peştun aksanlı<br />

Farsça konuşuyordu, sonra Peştuncaya döndü. Sözcüklerini vurgulamak istercesine, elindeki silahla<br />

cesederi dürtmekteydi.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!