01.06.2017 Views

bin-muhtesem-gunes

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

düzeliyordu. Daha çok yemeye, saçlarını taramaya başlamıştı. Kendi başına yıkanabiliyordu. Yemeklerini<br />

aşağıda, Meryem ve Raşit'le yiyordu artık.<br />

Ama sonra, durduk yerde bir anı canlanıyor, taş gibi suskunluklara ya da hırçınlık nöbetlerine yol açıyordu.<br />

İçe kapanmalar ve çöküşler. Bitkin, kül gibi yüzler. Karabasanlar, ani keder saldırıları. Kusmalar.<br />

Ve bazen de, pişmanlıklar.<br />

"Burada olmamalıydım," dedi bir gün.<br />

Meryem çarşaflan değiştiriyordu. Kız yere oturmuş, dizlerini göğsüne çekmiş, onu seyrediyordu.<br />

"Kutuları babam çıkarmak istemişti. Kitapları. Benim için fâzla ağır olduğunu söylemişti. Ama bırakmadım.<br />

Öyle hevesliydim ki. Olay olduğunda, evin içinde bulunması gereken kişi bendim."<br />

Meryem temiz çarşafı silkeleyerek açtı, yatağa yaydı. Kıza baktı; sarı buklelerine, ince, uzun boynuna, yeşil<br />

gözlerine, çıkık elmacıkkemiklerine, dolgun dudaklarına. Onu küçükken sokakta gördüğünü anımsıyordu;<br />

tandır'z giden annesinin peşinden yalpalayarak koştururken, ya da ağabeyinin -kulağında kıl demeti olanınomzunda<br />

giderken. Marangozun oğluyla bilye oynarken.<br />

Meryem'den bilgece bir yorum, yüreklendirici bir söz duymayı bekler gibi bakıyordu. İyi ama, Meryem'de<br />

sunabileceği bir bilgelik var mıydı? Aşılayabileceği cesaret? Nana'yı gömdükleri gün, Molla Feyzullah'ın<br />

Kuran'dan yaptığı alıntıların, teselli açısından ne kadar yetersiz kaldığını çok iyi anımsıyordu. Ne mutlu ona<br />

ki, Taradantn ahretine göçene;<br />

206<br />

her /eye gücü yeten, ölümü ve yaşamı yaratan, seni onlarla sınayan Rab<strong>bin</strong> yanma. Ya da, Meryem'in<br />

duyduğu vicdan azabı için söyledikleri. Bunlar hip iyi düşünceler değil, Meryem co. Seni mahvederler. Senin<br />

hatan değildi. Senin supun değildi.<br />

Şimdi bu kıza, yükünü hafifletecek ne söyleyebilirdi?<br />

Söylemesine de gerek kalmadı zaten. Kızın yüzü buruştu, çarpıldı; dizlerinin, ellerinin üzerine çöktü, midem<br />

bulanı-yor, dedi.<br />

"Dur! Bekle. Bir tas getireyim. Yere olmaz. Daha yeni temizledim... Ah. Ah. Hüdaya. Tannm."<br />

Bir gün, kızın annesiyle babasını öldüren patlamadan bir ay kadar sonra, kapı çalındı. Meryem açtı.<br />

Kapıdaki adam geliş nedenini belirtti.<br />

"Seni görmek isteyen biri var," dedi Meryem.<br />

Kız başını yastıktan kaldırdı.<br />

"Adı Abdül Şerif miş."<br />

"Abdül Şerif diye birini tanımıyorum."<br />

"Eh, gelmiş serii soruyor. Aşağı inip onunla konuşmalısın."<br />

207<br />

28<br />

Leyla, Abdül Şerifin karşısına geçip oturdu; küçük kafalı, zayıf bir adamdı; soğan biçimindeki, toparlak burnu<br />

da tıpkı yanakları gibi çiçek bozuğuydu. Kısa, kahverengi saçları kafatasında iğnedenliğe batırılmış toplu<br />

iğneler gibi duruyordu.<br />

"Beni bağışla, hemşire," dedi, gevşek yakasını düzeltir, alnını mendiliyle kurularken. "Hâlâ tam<br />

toparlanamadım da... Şunlardan beş gün daha alacağım, ne diyorlardı... hah, sülfa haplarından."<br />

Leyla oturduğu yerde hafifçe döndü, sağ kulağını, sağlam olanı adama doğru çevirdi. "Annemlerin arkadaşı<br />

mıydınız?"<br />

208<br />

"Yo, hayır," dedi Abdül Şerif çabucak. "Affedersin." Bir parmağını kaldırdı, Meryem'in önüne koyduğu su<br />

bardağından uzun bir yudum aldı.<br />

"En baştan başlamam gerekiyor... sanırım." Mendili dudaklarına, sonra yine alnına bastırdı. "Ben bir<br />

işadamıyım. Giysi dükkânlarım var; daha çok erkek kıyafederi. Çapan, şapka, tumban, takım elbise, kravat -<br />

ne istersen. Burada Kabil'de iki mağazam vardı, biri Taymani'de öteki Şar-e-Nev'de; kısa süre önce sattım.<br />

İki tane de Pakistan'da, Peşa-ver'de var. Toptan satış yerim de orada. Dolayısıyla, sürekli gidip geliyorum.<br />

Buysa son günlerde," -başını salladı, bezgin bezgin gülümsedi- "bir serüvenden farksız, diyelim.<br />

"Geçenlerde Peşaver'deydim, iş nedeniyle... siparişleri almak, envanter çıkarmak gibi şeyler işte. Aynı<br />

zamanda da ailemi görmek için. Üç kızımız var, elhamdülillah. Mücahitler birbirinin gırtlağına sarılınca, ailemi<br />

Peşaver'e taşıdım. İsimleri şehit listesine eklensin istemedim. Benimkinin de tabii, dürüst olmak gerekirse.<br />

Çok yakında onlara katılacağım, inşallah.<br />

"Her neyse, evvelki çarşamba günü Kabil'de olmam gerekiyordu. Ama kader işte, hastalandım. Seni bunlarla<br />

sıkmak istemem, hemşire, yalnızca şu kadarını söyleyeyim; hacet görmeye çalıştığımda, şey, küçük olanı,<br />

sanki yoluna kırık cam parçaları döşenmiş gibi oluyordu. Hikmetyar'ın başına bile gelmesini istemem, anla<br />

artık. Karım Nadia can, Allah ondan razı olsun, doktora görünmem için yalvardı. Ama ben sorunu aspirinle,<br />

bol suyla alt edeceğimden emindim. Nadia can bastırdı, ben ayak diredim, epeyce çekiştik. Şu deyişi bilirsin:<br />

Inatft katırın hakkından inatçı katırcı gelir. Bu kez, korkarım katır kazandı. O da ben oluyorum."<br />

Suyunu içip bitirdi, bardağı Meryem'e uzattı. "Çok zahmet ol may acaksa..."

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!