01.06.2017 Views

bin-muhtesem-gunes

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

"Benim için, buraya kadarmış. İçimde kalan hiçbir şey yok. Küçük bir kızken dilediğim her şeyi sen bana<br />

zaten verdin. Sen ve çocukların beni öyle mutlu ettiniz ki. Doğrusu bu, Leyla co. Böyle olmalı. Üzülme."<br />

Leyla onun söylediklerine verilecek mantıklı bir karşılık bulamıyordu. Ama yine de peş peşe sıraladı, tutarsız,<br />

çocukça; dikilmeyi bekleyen meyve ağaçlarından, yetiştirilmeyi<br />

369<br />

bekleyen tavuklardan söz etti. isimsiz kasabalardaki küçük evlerden, alabalık dolu göllere yapılacak<br />

yürüyüşlerden. Ve sonunda, kelimeler tükendiğinde, gözyaşları tükenmediğinde, elinden gelen tek şey<br />

boyun eğmek ve bir yetişkinin çü-rütülemez mantığı altında ezilen bir çocuk gibi hüngür hüngür ağlamak<br />

oldu. Yere yüzüstü yuvarlanmaktan ve yüzünü Meryem'in rahatlatıcı, ılık kucağına son kez gömmekten<br />

başka bir şey yapamadı.<br />

O sabah, daha sonra, Meryem Zalmay için ekmekle birkaç incirden oluşan bir öğle yemeği hazırladı. Azize<br />

için de yine incirle hayvan biçiminde birkaç kurabiye sardı. Hepsini bir kesekâğıdına koydu, Leyla'ya verdi.<br />

"Azize'yi benim yerime öp," dedi. "Ona, gözümün »wr\ı, kalbimin sultanı olduğunu söyle. Yaparsın, değil<br />

mi?"<br />

Leyla, dudakları sımsıkı kapalı, başını olur anlamında salladı.<br />

"Dediğim gibi, otobüse <strong>bin</strong>. Dikkat çekmemeye çalış."<br />

"Seni ne zaman göreceğim, Meryem? İfade vermeden önce seni görmek istiyorum. Neler olduğunu<br />

anlatacağım onlara. Senin suçun olmadığını açıklayacağım. Buna mecbur kaldığını. Anlayacaklardır, öyle<br />

değil mi, Meryem'1 Mutlaka anlayacaklardır."<br />

Meryem ona yumuşacık baktı.<br />

Gözlerini aşağıya, Zalmay'ın seviyesine indirdi. Oğlanın üzerinde kırmızı bir tişört, hâki rengi, eski pantolonu,<br />

Ra-şit'in Manday'dan aldığı kovboy çizmeleri vardı. Yeni basket topuna iki eliyle yapışmıştı. Meryem onu<br />

yanaklanndan Öptü.<br />

"Uslu, güçlü bir çocuk ol," dedi. "Annene iyi davran." Oğlanın yüzünü avuçladı. Oğlan geri çekildi, ama<br />

Meryem<br />

370<br />

bırakmadı. "Özür dilerim, Zalmay co, çok üzgünüm. İnan bana, bütün acıların, kederin için çok üzgünüm."<br />

Leyla Zalmay'ı elinden tuttu, yola koyuldu. Köşeyi dönmeden önce, durup geriye baktı, Meryem kapıda<br />

duruyordu. Başında beyaz eşarbı, üzerinde önü düğmeli, lacivert bir kazak, beyaz, pamuklu pantolon. Bir<br />

tutam kır saçı, alnına düşmüştü. Güneş ışınlan yol yol, yüzüne, omuzlanna vuruyordu. İçten, sevimli, el<br />

salladı.<br />

Köşeyi döndüler; Leyla bir daha Meryem'i hiç görmedi.<br />

371<br />

47 MERYEM<br />

Göründüğü kadarıyla, bunca yıldan sonra kendini ye», den bir kulübe'de bulmuştu.<br />

Velayet kadın hapishanesi, Şar-e-Nev'de, Tavuk Soka-ğı'nın yakınlarında, iç karartıcı, dört köşe bir <strong>bin</strong>aydı.<br />

Erkek mahkûmların kaldığı daha büyük yapının ortasındaydı. Asma kilitli bir kapı Meryem'le diğer kadınları,<br />

çevrelerini kuşatan erkeklerden ayırmaktaydı. Meryem kullanılır durumda, beş hücre saydı. Pis, kabarmış<br />

duvarları, avluya bakan küçük pencereleri olan, eşyasız odalardı bunlar. Pencereler demir parmaklıydı, ama<br />

hücrelerin kapısı kilitli değildi, kadınlar avluya girip çıkmakta özgürdü. Pencereler camsızdı. Perde de yoktu;<br />

böylece avluda gezinen Talib gardiyanlar hücrelerin içini<br />

372<br />

gözleyebiliyordu. Kadınlardan bazısı, gardiyanlann dışarıda durup sigara tüttürürken alev alev yanan gözler,<br />

kurdumsu sırıtmalarla içeriyi dikizlediklerinden, açık saçık şakalar yaptıklarından yakınıyordu. Bu yüzden,<br />

kadınların çoğu bur-/btlannı bütün gün giyiyor, ancak güneş battıktan, ana kapı kilitlenip gardiyanlar kışlaya<br />

döndükten sonra çıkarıyordu.<br />

Geceleri, Meryem'in beş kadın, dört çocukla paylaştığı hücre karanlıktı. Kentte elektrik olduğu geceler,<br />

Naime'yi, bu kısa boylu, düz göğüslü, kara, kıvırcık saçlı kızı tutup tavana kaldırırlardı. Orada, plastik<br />

kaplaması soyulmuş bir kablo vardı. Naime cereyan yüklü kabloyu eliyle tutup ampulün di<strong>bin</strong>e sarar, devre<br />

yaptırırdı.<br />

Helalar küçücüktü; beton zeminde çadaklar. Yerde küçük, dikdörtgen bir delik, di<strong>bin</strong>deyse hep bir pislik<br />

öbeği. Deliğe vızıldayarak girip çıkan sinekler.<br />

Hapishanenin ortasında üstü açık, dört köşe bir avlu, onun ortasında da bir kuyu vardı. Kuyunun drenajı<br />

yoktu, buysa avlunun sık sık bataklığa dönüşmesi, suyun tadınınsa berbat olması anlamına geliyordu. Elde<br />

yıkanmış çoraplarla, çocuk bezleriyle yüklü çamaşır ipleri avluda birbirine çarpıp dururdu. Tutukluların<br />

ziyaretçilerle görüştüğü, ailelerinin getirdiği pirinci haşladıkları yer de burasıydı - hapishanede yiyecek<br />

verilmiyordu. Avlu aynı zamanda çocukların oyun alanıydı - Meryem'in öğrendiğine göre, bu çocukların çoğu<br />

Velayet'te doğmuş, bu duvarların dışındaki dünyayı hiç görmemişti. Avluda koşuşup durmaların!, çıplak<br />

ayaklarının çamurda kaymasını seyrederdi. Bir dakika durmaz, canlı, gürültülü oyunlar uydururlardı;

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!