Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
"Merak etme," diyor Leyla. "Her şey yolunda gidecek. Söz veriyorum. Çocuklan pazara götür. Onlara bir<br />
şeyler al."<br />
404<br />
Taksi yola çıkınca Zalmay ağlamaya başlıyor, Leyla dönüp bakınca onun Tank'ın kucağına uzandığını<br />
görünüyor. Ta-nk'ı kabullenmeye başlaması Leyla'nın yüreğini hem hafifletiyor hem de burkuyor.<br />
"Sen Heratlı değilsin," diyor taksi sürücüsü.<br />
Siyah, omuzlanna kadar inen saçlan (Leyla bunun, devrik Taliban'a karşı bir misilleme, bir 'nanik' olduğunu<br />
öğrendi) ve bıyığının sol yanını kesen, yıldıza benzeyen bir yara izi var. Ön cama, kendisinin oturduğu tarafa<br />
bir fotoğraf sıkıştırmış. Pembe yanaklı, küçük bir kız; saçlan ortadan aynlıp iki örgü yapılmış.<br />
Leyla ona bir yıldır Pakistan'da olduğunu, Kabil'e yeni döndüğünü söylüyor. "Deh-Mazang."<br />
Ön camdan, ibriklere pirinç saplar kaynak eden bakırcılar, ham deri parçalarını kuruması için güneşe seren<br />
semerciler görüyor.<br />
"Burada uzun zamandır mı yaşıyorsun, kardeşim?" diye soruyor.<br />
"Ah, bütün ömrümce. Burada doğdum. Her şeyi gördüm. Ayaklanmayı anımsar mısın?"<br />
Leyla anımsadığını söylüyor, ama şoför yine de anlatıyor.<br />
"1979 Martı'ndaydı, Sovyet işgalinden dokuz ay kadar önce. Bir grup öfkeli Heradı, birkaç Sovyet danışmanı<br />
öldürdü, Sovyetler de tanklannı, helikopterlerini gönderip burayı doğduğuna pişman etti. Tam üç gün,<br />
hemşire, kenti ateşe tuttular. Binalan yerle bir ettiler, minarelerden birini yıktılar, <strong>bin</strong>lerce insan öldürdüler.<br />
Binlerce. O üç günde, iki kız kardeşimi kaybettim. Biri on iki yaşındaydı." Parmağıyla camdaki fotoğrafa<br />
vuruyor. "Bu, o."<br />
405<br />
"Üzüldüm," diyor Leyla; bütün Afgan öykülerinin nasıl da hep ölümle, kayıplarla, akıl almaz acılarla<br />
bezendiğine şaşarak. Ama yine de, insanların ayakta kalmanın, hayata devam etmenin bir yolunu bulduğunu<br />
görüyor. Kendi yaşamını, başına gelen onca şeyi düşünüyor ve kendisinin de nasıl sağ salim adattığına, bu<br />
takside oturup bu adamın hikâyesini dinlediğine şaşıp kalıyor.<br />
Gül Daman, çamurla samandan yapılma, düz damlı kulü-folerin arasında seçilen, tek tük duvarlı evden<br />
ibaret bir köy. Kulübelerin önünde, Leyla yemek pişiren, yüzü, seyyar odun mangallanndaki kararmış<br />
tencerelerden yükselen buhardan terlemiş, yanık tenli kadınlar görüyor. Katırlar yalaktaki yemi yiyor.<br />
Tavukları kovalayan çocuklar, şimdi de taksiyi kovalamaya başbyor. Leyla, taş yüklü el arabaları iten<br />
erkekler görüyor. Durup otomobilin geçişine bakıyorlar. Şoför bir yere sapıyor, ortasında açık havadan<br />
yıpranmış, büyükçe bir türbenin bulunduğu bir mezarlığın önünden geçiyorlar. Şoför türbede köyün önemli<br />
Sufilerinden birisinin yattığını söylüyor.<br />
Bir yeldeğirmeni var. Duran, paslı kanatlarının gölgesine üç küçük oğlan çömelmiş, çamurla oynuyor. Şoför<br />
arabayı durduruyor, camdan dışarı sarkıyor. Oğlanların en büyük görüneni, onu yanıtlıyor. Yolun üst<br />
tarafındaki bir evi gösteriyor. Şoför ona teşekkür ediyor, yeniden arabayı çalıştırıyor.<br />
Etrafı duvarlı, tek katlı evin önünde duruyorlar. Leyla duvarın gerisindeki incir ağaçlarının tepesini<br />
görebiliyor, dalların bazısı bu tarafa sarkmış.<br />
"Gecikmem," diyor taksi sürücüsüne.<br />
***<br />
406<br />
Kapıyı açan orta yaşlı adam kısa boylu, zayıf, koyu kızıl saçlı. Sakalında paralel, yol yol ak çizgiler. Pirhantumban\nm<br />
üzerine bir papan giymiş.<br />
Birbirlerine selam-m aleyküm diyorlar.<br />
Leyla soruyor: "Burası Molla Feyzullah'ın evi mi?"<br />
"Evet. Ben oğluyum. Hamza. Buyur, hemşire)"<br />
"Buraya babanızm eski bir dostu için geldim. Meryem."<br />
Hamza gözlerini kırpıştırıyor. Yüzünde şaşkınlık. "Meryem..."<br />
"Celil Han'ın kızı."<br />
Yine göz kırpıyor. Sonra bir avucunu yanağına götürüyor, .yüzü eksik, çürük dişlerini gözler önüne seren bir<br />
gülümsemeyle aydınlanıyor. "Ah!" diyor. Bu nida, bırakılmış, uzun bir soluk gibi çıkıyor: Ahhhhh. "Ah,<br />
Meryem! Onun kızı mısın? Peki, o..." Başını sağa sola oynatıyor, hevesle, araştırırca-sına Leyla'nın arkasına<br />
bakıyor. "O da burada mı? Öyle uzun zaman oldu ki! Meryem burada mı?"<br />
"Ne yazık ki vefat etti."<br />
Hamza'nın yüzündeki tebessüm siliniyor.<br />
Bir an orada, kapının girişinde dikilip kalıyorlar. Hamza yere bakıyor. Bir yerlerde bir eşek anırıyor.<br />
"İçeri gel," diyor Hamza. Kapıyı ardına kadar açıyor. "Lütfen buyur."<br />
Çok az eşyayla döşenmiş odada yere oturuyorlar. Yerde bir Herat kilimi, üzerinde de boncuklu minderler;<br />
duvarda Mekke'nin çerçeveli bir fotoğrafı. Her iki yanından dikdörtgen bir ışık huzmesinin girdiği, açık<br />
pencerenin önüne oturuyorlar. Leyla bir başka odada fisıldaşan kadın sesleri duyuyor. Küçük, yalınayak bir<br />
oğlan bir tepsi getirip önlerine koyuyor, içinde yeşil çay ve şamfıstıklı koz helvası vaı.