Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
190<br />
Dışarıda, topların uzaklardan gelen gümbürtüsü; sonra, daha yakından, bir makineli tüfeğin kısa, kesik<br />
takırtısı; ardından bir başkası.<br />
Leyla'nın içinde de bir savaş sürmekteydi: bir yanda, utancın eşlik ettiği suçluluk duygusu, öte yanda Tarık'la<br />
yaptıkları şeyin hiç de çirkin, ahlaksızca olmadığı inancı. Birbirlerini belki de bir daha hiç göremeyecek<br />
olmalarının kışkırttığı, doğal, iyi, güzel, hatta kaçınılmaz bir şey yaşadıklarına inanıyordu.<br />
Kanepede yan döndü, anımsamak için kendini zorladı: Bir ara, yerde yatarlarken Tarık alnını onunkine<br />
dayamış, soluk soluğa bir şey demişti: Canını acıtıyor muyum? ya. da Canın acıyor mu ?<br />
Leyla hangisi olduğunu bir türlü hatırlayamıyordu.<br />
Canını acıtıyor muyum?<br />
Canın acıyor mu?<br />
Gideli yalnızca iki hafta olmasına karşın, işte başlamıştı bile: Zaman o keskin hatlı anıların kenarlarını<br />
kemirmeye koyulmuştu. Leyla belleğini sıkıştırdı. Ne demişti? Hangisini? Bu sorunun yanıtını bilmek<br />
birdenbire canalıcı, yaşamsal bir önem kazanmıştı.<br />
Gözlerini kapadı. Yoğunlaştı.<br />
Zaman geçtikçe, yavaş yavaş, bu işlemden usanacaktı. Zihinden bulup çıkarmak, tozunu almak, çoktan<br />
ölmüş ânı yeniden diriltmeye çalışmak giderek daha yorucu olacaktı. Ve işin doğrusu, bir gün, yıllar sonra bir<br />
gün gelecek, Leyla artık onu kaybettiğine ah vah etmeyecekti. En azından, şimdiki kadar sık, daha doğrusu,<br />
böyle kesintisizce değil. Gün gelecek, erkeğin yüzünün ayrıntıları belleğin pençesinden sıvışacak, sokakta<br />
oğlu Tarık'a seslenen bir annenin sesini duymak, kızın bir anda bütün palamarlarını kesip onu rüzgâra, açık<br />
denizlere savurmayacako. Tarık'ı şu anki kadar çok öz-<br />
191<br />
lemeyecek, yokluğunun sancısı şimdiki gibi Leyla'ya sımsıkı yapışıp, ayrılmaz bir yoldaşı olmayacaktı - bir<br />
uzvunu kaybedenlerin hissettiği şu hayali acı gibi.<br />
Ama tabii, Leyla yetişkin bir kadın olduğunda, zaman zaman, bir gömlek ütüler ya da çocuklarını salıncakta<br />
sallarken, önemsiz, küçücük bir şey, belki sıcak bir günde tabanına değen halının ılıklığı ya da bir<br />
yabancının çıkık alnı, malum ikindiye ilişkin bir ayrıntıyı, bir anıyı fitilleyiverecekti. Ve her şey, bütün anılar<br />
doludizgin dönecekti. Nasıl ansızın kendiliğinden olu verdiği. Akıl almaz tedbirsizlikleri. Beceriksizlikleri.<br />
Birleşmenin acısı, zevki, hüznü. Sarmaş dolaş bedenlerin yaydığı ısı.<br />
Anılar içini bir sel gibi kaplayacak, soluğunu çalacaktı.<br />
Fakat sonra, geçip gidecekti. O an bitecekti. Geride, kendini sönmüş bir balon gibi, havası boşalmış gibi<br />
hisseden, belli belirsiz bir huzursuzluk dışında hiçbir şey hissetmeyen Leyla'yı bırakarak.<br />
Canını acıtıyor muyum? Evet, böyle söylemişti. Buydu. Leyla anımsamasına sevindi.<br />
Sonra, Babi sahanlığa çıktı, merdivenin başından ona seslendi, hemen yukarı gelmesini istedi.<br />
"Kabul etti!" dedi, dizginlenmiş heyecanın titrettiği sesiyle. "Gidiyoruz, Leyla! Üçümüz birlikte. Kabil'den<br />
ayrılıyoruz."<br />
Anne'nin odasında, yatağa oturdular. Dışarıda, Hikmet-yar'la Mesut'un güçleri savaşıyor, savaşıyor, roketler<br />
gökyüzünde vızıldıyordu. Leyla şu an, kentin bir yerinde, birinin öldüğünü biliyordu; kapkara bir kefene<br />
benzeyen dumanın, bir toz bulutu salarak çöken bir <strong>bin</strong>anın tepesine heyula gibi çöktüğünü. Sabah,<br />
çevresinden dolanılması gereken ceseüer<br />
192<br />
olacaka. Kimisi toplanacaktı. Kimisi olduğu yerde bırakılacaktı. Sonra Kabil'in, insan eti yemeğe alışan<br />
köpekleri kendilerine ziyafet çekecekti.<br />
Yine de, Leyla kendini o sokaklara atmak, deli gibi koşmak istiyordu. Mutluluğunu zapt etmekte zorlanıyordu.<br />
Oturmak, sevinç çığlıkları atmamak çaba gerektiriyordu. Babi önce Pakistan'a gideceklerini ve vize<br />
başvurusunda bulunacaklarını söyledi. Pakistan, Tarık'ın olduğu yer! İçi kıpır kıpır, saydı: Tank gideli sadece<br />
on yedi gün olmuştu. Anne kararını on yedi gün önce vermiş olsaydı, yola hep birlikte çıkabilirlerdi. Leyla da<br />
şu an Tarık'ın yanında olurdu! Ama bunun hiç önemi yoktu şimdi. Peşaver'e gidiyorlardı (üçü birlikte!); orada<br />
Tarık'la ailesini nasılsa bulurlardı. Elbette bulurlardı. Evrak işlerini hep birlikte hallederlerdi. Sonra, kimbilir?<br />
Kim bilebilir? Avrupa? Amerika? Belki de, Babi'nin hep dediği gibi, denize yakın bir yer...<br />
Anne karyolanın başucundaki tahtaya dayanmış, yan uzanır, yan oturur durumdaydı. Gözleri şişti.<br />
Saçlanndan tel ko-panyordu.<br />
Üç gün önce, Leyla biraz hava almak için dışanya çıkmıştı. Ön kapıya yaslanmış duruyordu ki, birden müthiş<br />
bir çatırtı duydu, bir şey sağ kulağının di<strong>bin</strong>den vınlayarak geçti; gözlerinin önünde sıçrayan kıymıklar, tahta<br />
parçacıklan uçuştu. Citi'nin ölümünden sonra, Kabil'e yağan <strong>bin</strong>lerce bombadan, sayısız roketten sonra,<br />
Anne'yi sarsarak uyandıran, gözünü açan şey de işte kapıdaki o delik, Leyla'nın başının durduğu yerden taş<br />
çatlasın üç parmak ilerideki kurşun deliği oldu. Bir savaşın ona zaten iki çocuğa mal olduğu, bu son savaşın<br />
da elinde kalan tek çocuğa patlayabileceği, kadının kafasına dank etti.<br />
Odanın duvarlanndan, Ahmet'le Nur gülümseyerek bakıyordu. Leyla, annesinin gözlerinin fotoğraflarda suçlu<br />
suçlu