01.06.2017 Views

bin-muhtesem-gunes

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Irmağa vannca, bir gün önce sözleştikleri noktada beklemeye başladı. Gökyüzünde birkaç gri, karnabahar<br />

biçiminde bulut salınıyordu. Celil ona, bulutların gri olmasının nedenini açıklamıştı: bu bulutlar öyle kesif,<br />

öyle yoğundu ki, üst tarafları güneş ışığını emiyor, alt tarafa, tabana kendi gölgelerini düşülüyorlardı. İşte,<br />

gördüğün şey bu, Meryem co, demişti, karınlarının altındaki karanlık bölge.<br />

Aradan uzun bir süre geçti.<br />

Meryem kulübece döndü. Bu kez, açıklığın batıya bakan cephesinden dolanmıştı ki, Nana onu göremesin.<br />

Saate baktı. Bire gelmek üzereydi.<br />

O bir işadamı, diye düşündü. Bir işi çıkmıştır.<br />

Yeniden ırmağa indi, biraz daha bekledi. Başının üstünde birkaç karatavuk dönüp duruyordu; odann arasına<br />

bir yere daldılar. Henüz olgunlaşmamış bir devedikeninin di<strong>bin</strong>de milim milim ilerleyen tırtılı seyretti.<br />

Bacaklara uyuşuncaya kadar bekledi. Bu kez, kulübece dönmedi. Pantolonunun paçalarını dizlerine kadar<br />

sıvadı, ırmağı geçti ve hayatında ilk kez, tepeyi inip Herat'a yollandı.<br />

Nana, Herat hakkında da yanılmıştı. Kimse parmağıyla onu göstermedi. Kimse ona gülmedi. Meryem<br />

gürültülü, kalabalık, iki yanı servili bulvarlarda yürüdü; bir yaya, bisiklet ve gari selinin, kesintisiz bir akışın<br />

içinden geçti, kimse ona taş fırlatmadı. Kimse harami demedi. Doğru dürüst bakan bile<br />

32<br />

olmadı. Burada, bir anda, mucizevi bir biçimde sıradan, herhangi biri olup çıkmıştı.<br />

Bir süre, taşlı patikaların çaprazlamasına kestiği, kocaman bir parkın ortasındaki oval havuzun yanında<br />

oyalandı. Parmaklarını havuzun kenarında duran, donuk gözlerini suya dikmiş mermer atlarda gezdirdi;<br />

hayretle, hayranlıkla. Kâğıt gemilerini yüzdüren oğlan çocuklarını, belli etmemeye çalışarak seyretti. Her<br />

yanda çiçekler vardı; laleler, zambaklar petunyalar; taçyapraklan güneşe batmıştı. İnsanlar patikalarda<br />

geziniyor, tahta sıralara oturuyor, çaylarını yu-dumluyordu.<br />

Meryem burada olduğuna inanamıyordu. Yüreği heyecandan gümbür gümbürdü. Keşke Molla Feyzullah şu<br />

an görebilseydi onu. Ne kadar cesur bulurdu. Ne kadar gözüpek! Onu bu şehirde bekleyen yeni yaşamın,<br />

babasıyla, kız ve erkek kardeşleriyle paylaşacağı, insanları çekincesizce, koşulsuz, utanmaksızın<br />

sevebileceği, karşılığında da sevileceği bir hayatın hayaline dalıp gitti.<br />

Sonra canlı, neşeli adımlarla parkın yakınındaki geniş geçide yöneldi. Çınarların gölgesinde oturan,<br />

tezgâhlanndaki kiraz piramitlerinin ya da üzüm tepeciklerinin arkasından, bıkkın gözlerle ona bakan, kösele<br />

yüzlü, yaşlı sancıların önünden geçti. Çocuklar yalınayak, arabalann, otobüslerin peşinden koşuyor,<br />

ellerindeki ayva torbalarını sallıyordu. Meryem bir köşe başında durdu, yoldan geçenlere baktı;<br />

çevrelerindeki bütün bu harika, olağanüstü şeylere nasıl böyle kayıtsız kalabildiklerini aklı almıyordu.<br />

Bir süre sonra cesaretini toplayıp, tek adı garfsindc müşteri bekleyen, yaşlıca adama gitti, sinemacı Celil'in<br />

oturduğu yeri bilip bilmediğini sordu. Yaşlı adamın tombul yanakları, rengârenk çizgili bir papan'x vardı. "Sen<br />

Heratlı değilsin an-<br />

33<br />

laşılan," dedi, canayakın bir tavırla. "Celil Han'ın oturduğu yeri herkes bilir."<br />

"Bana gösterebilir misin?"<br />

Arabacı elindeki karamelanın yaldızlı kâğıdını açtı, sordu: "Yalnız mısın?"<br />

"Evet."<br />

"Hadi, ada. Seni götüreyim."<br />

"Parasını ödeyemem. Hiç param yok."<br />

Karamelayı kıza uzattı. İki saattir tek müşteri çıkmadığını, zaten eve dönmeye hazırlandığını söyledi. Celil'in<br />

evi yolunun üzerindeydi.<br />

Meryem garibe <strong>bin</strong>di. Yola düştüler; yan yana, sessizce. Meryem yol boyunca baharatçılar, portakal, armut,<br />

kitap, şal, hatta atmaca satılan, önü açık, tek göz dükkâncıklar gördü. Çocuklar toprağa çizdikleri dairelerin<br />

içinde bilye oynuyorlardı. Çayevlerinin önünde, üzeri kilim kaplı tahta sedirlerde erkekler çay içiyor, nargile<br />

fokurdatıyorlardı.<br />

Yaşlı arabacı geniş bir sokağa saptı; yolun iki yanına kozalaklı ağaçlar diziliydi. Ortalarda bir yerde, atını<br />

durdurdu.<br />

"İşte. Şansın varmış, dohtar co. Şu onun arabası."<br />

Meryem yere atladı. Adam gülümsedi, atını dehledi.<br />

Meryem bir arabaya daha önce hiç dokunmamıştı. Parmaklarını Celil'in siyah otomobilinin kaygan motor<br />

kapağında gezdirdi; ışıl ışıl janüardaki yassılmış, genişlemiş yansısına baktı. Koltuklar beyaz deridendi.<br />

Direksiyonun arkasında, içinde ibreler olari, yuvarlak, cam panolar vardı.<br />

Bir an, kafasının içinde Nana'nın sesini, Meryem'in umutlananı parlak, sabit alevini soğuk bir duş gibi<br />

söndürüveren, alaycı tıslamasını duyar gibi oldu. Titreyen bacaklarıyla evin giriş kapısına doğru ilerledi.<br />

Ellerini duvara dayadı. Öyle yük-<br />

34<br />

sek, öyle asık yüzlüydü ki Celil'in duvarları. Duvarın arkasından bu tarafa taşan kavakların tepesini<br />

görebilmek için başını geriye atması gerekti. Ağaçların uçları esintide iki yana sallanıyordu; Meryem onların

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!