01.06.2017 Views

bin-muhtesem-gunes

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Ramazan o yıl, 1974'te, sonbahara denk geldi. Meryem yeni bir hilalin, koskoca bir kenti nasıl<br />

dönüştürebildiğine, ritmini ve ruh halini nasıl değiştirebildiğine hayatında ilk kez tanık oluyordu. Kabil'e derin,<br />

uyuşuk bir sessizliğin çöktüğünü gördü. Trafik yavaşladı, seyreldi, hatta sessizleşti. Dükkânlar boşaldı.<br />

Lokantalar ışıklarını söndürdü, kepenklerini indirdi. Meryem sokaklarda ne sigara tiryakileri görüyordu, ne de<br />

pencere çıkıntılarına bırakılmış, dumanı tüten çay fincanları. İftar vakti, güneş battığı ve Şir Dervaza<br />

Dağı'ndaki top patladığı zaman, bütün kent gibi Meryem de ekmek ve hurmayla orucunu açıyor, on beş yıllık<br />

ömründe ilk kez ortak, toplumsal bir deneyimi paylaşmanın zevkini tadıyordu.<br />

82<br />

Raşit üç-beş gün dışında, oruç tutmadı. Tuttuğu günler de eve ters, hırçın bir tavırla geldi. Açlık onu huysuz,<br />

çabuk sinirlenen, sabırsız biri yapıyordu. Bir gece, Meryem akşam yemeğini azıcık geciktirmiş, adam da<br />

ekmekle turp yemeye başlamıştı. Kızın getirip önüne koyduğu pilav, kuzu ve bamya kurma'sına elini bile<br />

sürmedi. Hiçbir şey demeden ekmek yemeyi sürdürdü; sakaldan oynuyordu, alnındaki damar öfkeyle<br />

kabarmıştı. Gözleri karşıda, sessizce çiğniyordu; bir şey söyleyen Meryem'e görmeyen gözlerle baktı,<br />

ağzına bir ekmek parçası daha soktu.<br />

Ramazan bitince Meryem rahat bir soluk aldı.<br />

Eskiden kulübe'dc, ramazamn bitiminde kutlanan üç günlük Eid-ül-Fitr bayramının ilk gününde, Celil onları<br />

ziyarete gelirdi. Takım elbise, kravat, elinde bayram armağanlan. Bir yıl, Meryem'e yün bir atkı vermişti. Üçü<br />

oturup çay içerler, sonra Celil izin isteyip kalkardı.<br />

"Bayramı gerçek ailesiyle kutlamaya gidiyor," derdi Nana, ırmağı geçen, el sallayan erkeğin arkasından.<br />

Molla Feyzullah da gelirdi. Meryem'e yaldızlı kağıda sarılı çikolata, bir sepet boyalı yumurta, kurabiye<br />

getirirdi. O gittikten sonra Meryem leziz armağanlannı alır, söğütlerden birine tırmanırdı. Yüksekçe bir dala<br />

tüner, Molla Feyzullah'ın getirdiği çikolatalan yer, yaldızlı kâğıtlarını aşağıya atardı, ta ki bütün ağacın<br />

çevresine gümüş tomurcuklar gibi saçılınca-ya kadar. Çikolatalar bitince, kurabiyelere başlardı; sonra bir<br />

kalemle yumurtaların üzerine kaş- göz çizerdi. Ama bundan öyle büyük bir keyif almazdı.<br />

Eid, bayramlık giysilerine bürünmüş ailelerin birbirini ziyaret ettiği, konukseverliğin ve törenselliğin doruğa<br />

çıktığı bu süreç Meryem'i korkuturdu. Gözünün önünde Herat'ta-ki şen, iyimser atmosfer, birbirini sevgi<br />

sözcüklerine, hayır dualanna boğan, gözleri ışıl ışıl parlayan insanlar canlanırdı.<br />

83<br />

O zaman, bir sahipsizlik, kimsesizlik duygusu üzerine bir kefen gibi çöker, ancak bayram bittikten sonra<br />

kalkardı.<br />

Bu yıl, çocukluğunda kurduğu Eid hayallerini, daha doğrusu şehirde kutlanan bayram fantezilerini ilk kez<br />

kendi gözleriyle gördü.<br />

Raşit'le birlikte sokağa çıktılar; Meryem böyle bir canlılığın, cümbüşün ortasına ilk kez dalıyordu. Serin<br />

havanın hiç mi hiç yıldıram-'dığı aileler, coşkulu akraba ziyaretleri için sokaklara dökülmüş, kenti kaplamıştı.<br />

Kendi sokaklarında, Fariba'yla oğlu Nur'u gördü; oğlan takım elbise giymişti. Beyaz bir eşarp bağlamış olan<br />

Fariba, ince kemikli, utangaç görünüşlü, gözlüklü bir erkeğin yanında yürüyordu. Büyük oğlu da<br />

yanlarındaydı - Meryem tanıştıkları gün, tandırda Fariba'nın söylediği adı her nasılsa anımsıyordu: Ahmet.<br />

Biraz çukura kaçmış, derin bakışlı gözleri vardı; yüzü, çocuksuluğunu hâlâ koruyan küçük kardeşininkinden<br />

çok daha düşünceli, saygılı, ciddiydi; erken olgunlaşmış bir yüzdü bu. Boynundan ALLAH yazan, ışıltılı bir<br />

madalyon sarkıyordu.<br />

Fariba, burka'sıyh Raşit'in yanında yürüyen Meryem'i tanımıştı. Elini salladı, seslendi: "Eid mübarekV<br />

Meryem peçenin gerisinden başını belli belirsiz salladı.<br />

"Bu kadını tanıyorsun demek, öğretmenin karısını?" dedi Raşit.<br />

Meryem tanımadığını söyledi.<br />

"Uzak dursan iyi edersin. Felaket dedikoducudur. Koca-sıysa eğitimli entelektüel filan havalardadır. Oysa<br />

farenin teki. Baksana şuna» Tıpkı bir fareye benzemiyor mu?"<br />

Şar-e-Nev'e gittiler; çocuklar yeni gömlekleri, boncuklu, parlak renkli yelekleriyle koşup oynuyor, aldıkları Eid<br />

hediyelerini kıyaslıyordu. Kadınlar tatlı tabaklarını dolaştırıyordu. Meryem vitrinlere bayram fenerleri asılmış<br />

olduğunu gördü,<br />

84<br />

hoparlörlerden yayılan müziği duydu. Yabancılar, yanından geçerken, "Eid mübarek,'''' diyordu.<br />

O akşam Şaman'z gittiler, Raşit'in arkasında duran Meryem gökyüzünü aydınlatan havai fişekleri, yeşil,<br />

pembe, sarı çakımları seyretti. Molla Feyzullah'la kulübe\ıin önünde oturup uzaklarda, Herat'ın üstünde<br />

patlayan havai fişekleri seyredişlerini anımsadı özlemle; hocasının yumuşak, kataraktlı gözlerine yansıyan<br />

ani renk patlamalarını. Ama en çok, Na-na'yı özlüyordu. Keşke annesi hayatta olup bunları görseydi. Bütün<br />

bunlann ortasındaki Meryem'i. Hoşnutluğun, güzelliğin asla ulaşılamaz şeyler olmadığını nihayet<br />

görebilseydi... ya da işte benzerlerinin, onları andıran şeylerin.<br />

Eve bayram ziyaretine gelenler oldu. Hepsi de erkekti; Raşit'in arkadaşları. Kapı vurulunca, Meryem<br />

yukarıya, odasına çıkma vaktinin geldiğini anlıyor, kapısını kapatıyordu. Erkekler aşağıda Raşit'le çay, sigara

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!