01.06.2017 Views

bin-muhtesem-gunes

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Meryem'in aklı almıyordu. Gözlerini yerden, patikanın gri taşlarını çiğneyen ayaklarından kaldırmadı.<br />

Bahçede birileri olduğunun farkındaydı; fi-sıldaşan, Celil'le ikisinin yaklaştığını görünce kenara çekilen<br />

birileri. Üst kattaki camlardan ona dikilmiş olan gözlerin ağırlığını hissediyordu.<br />

Evin içinde de yere bakmayı sürdürdü. Kestane rengi bir halının üzerinde yürüyorlardı, sürekli yinelenen,<br />

mavili-sanlı, sekizgen bir deseni vardı; gözünün ucuyla, mermer heykel kaidelerini, vazoların alt kısımlarını,<br />

duvarlardaki rengârenk halıların püsküllerini görebiliyordu. Celil'le birlikte tırmanmaya koyuldukları merdiven<br />

de, her basamağa çivilenmiş, benzer bir halıyla kaplıydı. Sahanlıkta, Celil onu sola döndürdü, uzun, halı<br />

kaplı bir koridordan geçirdi. Bir kapının önünde durdu, kızın geçmesi için açtı.<br />

"Kız kardeşlerin Nilüfer'le Atiye bazen burada oynarlar," dedi, "ama genellikle burayı konuk odası olarak<br />

kullanıyoruz. Bence burada rahat edeceksin. Güzel, değil mi?"<br />

Odadaki yatağın üzerinde, bal peteği örgüsüyle, sık dokunmuş, yeşil bir örtü vardı. Aşağıdaki bahçenin<br />

görünmesi için açılmış olan perdeler, örtüyle birörnekti. Yatağın başucunda üç çekmeceli bir komodin,<br />

üzerinde de bir vazo. Duvarlardaki raflarda, Meryem'in tanımadığı birilerinin çerçeveli resimleri. Raflardan<br />

birinde, birbirinin tıpatıp eşi, giderek küçülen tahta bebeklerden oluşan bir koleksiyon vardı; boy sırasına<br />

göre dizilmişlerdi.<br />

Celil onun baktığını görünce, "Matruşka bebekleri," dedi. "Moskova'dan almıştım. İstersen onlarla<br />

oynayabilirsin. Mahzuru yok."<br />

42<br />

Meryem yatağa oturdu. "İstediğin bir şey var mı?" diye sordu erkek. Meryem yatağa uzandı. Gözlerini<br />

kapadı. Biraz sonra, onun kapıyı yavaşça çektiğini duydu.<br />

Koridorun sonundaki banyoyu kullandığı zamanlar hariç, Meryem odasından çıkmadı. İlk geldiğinde kapıyı<br />

açan, dövmeli kız yemeğini tepsiyle getiriyordu: kuzu kebap, sebze, af çorbası. Çoğu, olduğu gibi kalıyordu.<br />

Celil her gün birkaç kez uğruyor, yatağa oturuyor, nasıl olduğunu soruyordu.<br />

"Yemeğini aşağıda, bizimle birlikte yiyebilirsin," dedi, pek de inandırıcı olmayan bir sesle. Meryem odasında,<br />

tek başına yemeyi tercih ettiğini söyleyince de hiç ikilemedi.<br />

Meryem ömrü boyunca merak ettiği, görmek için yanıp tutuştuğu sahneyi, penceresinden kayıtsızca,<br />

duygusuzca seyrediyordu: Celil'in günlük yaşantısını, geliş gidişlerini. Ön kapıdan girip çıkan, sağa sola<br />

seğirten hizmetkârlar. Sabahtan akşama kadar çalıları kırpan, budayan, seradaki çiçekleri sulayan bahçıvan.<br />

Kaldırımın kenarına yanaşan uzun, parlak burunlu arabalar. İçlerinden papan'lı, astragan kalpaklı erkekler,<br />

hicap'h kadınlar, saçları tertemiz taranmış çocuklar iniyordu. Celil bu yabancılarla el sıkışıyordu; Meryem<br />

onun avcunu göğsüne bastırıp başıyla kadınları selamlayışını izlerken; Na-na'nın doğru söylediğini<br />

anlıyordu. Buraya ait değildi o. İyi ama, ben nereye aidim? Şimdi ne yapacağım? Bu dünyada sahip olduğun<br />

tek sey benim, Meryem; ben gittikten sonra hip kimsen kalmayacak. Hipbir şeyin. Sen bir<br />

hipsinl<br />

Kulübenin çevresindeki söğütleri yalayan rüzgâr gibi, tanımlanamaz bir kasvetin esintileri de Meryem'in<br />

içinden geçip duruyordu.<br />

43<br />

'in evindeki ikinci gününde, odasına küçük bir kız geldi.<br />

"Bir şey alacağım," dedi.<br />

Meryem yatakta doğrulup oturdu, bağdaş kurdu, örtüyü kucağına çekti.<br />

Kız aceleyle odanın karşı köşesine seğirtti, bir dolabı açtı. Dört köşe, gri bir kutu çıkardı.<br />

"Bunun ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Kutunun kapağını aço. "Buna gramofon deniyor. Gramofon.<br />

Plak çalıyor. Bilirsin, müzik. Bir gramofon." "Sen Nilüfer'sin. Sekiz yaşındasın." Küçük kız gülümsedi.<br />

Aynı Celil'in gülümseyişi, aynı gamzeli çene. "Nerden anladın?"<br />

Meryem omuzlarını silkti. Bir zamanlar bir çakıl taşına onun adını verdiğini söylemedi. "Bir şarkı dinlemek<br />

ister misin?" Meryem yine omuz silkti.<br />

Nilüfer gramofonun fişini prize soktu. Kapağın altındaki cebi karıştırdı, bir plak çıkardı. Yerleştirdi, pikabın<br />

iğnesini indirdi. Müzik başladı.<br />

Kâğıt yerine gül yaprakları kullanacağım,<br />

Ve sana dünyanın en tatlı mektubunu yazacağım;<br />

Sen kalbimin sultanısın,<br />

kalbimin sultanısın.<br />

"Biliyor musun bu şarkıyı?" "Hayır."<br />

"Bir İran filminden. Babamın sinemasında görmüştüm. Hey, sana bir şey göstereyim mi?"<br />

Meryem'in cevap vermesine kalmadan, Nilüfer eğildi, avuçlarını, alnını yere dayadı. Tabanlanyla yeri itti, bir<br />

çırpıda amuda kalkıverdi.<br />

44<br />

"Yapabilir misin?" diye sordu, soluk soluğa.<br />

"Hayır."

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!