You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
11<br />
"Özür dilerim, Nana."<br />
"Göbek bağımızı kendim kestim. Bıçağı yanıma onun için koymuştum."<br />
"Özür dilerim."<br />
Tam burada, her seferinde, Nana'nın yüzünde ağır, dertli bir gülümseme belirirdi; bitmek bilmeyen bir<br />
yakınmanın mı, yoksa zoraki bir bağışlayıcılığın mı ifadesiydi, Meryem bir türlü çıkaramazdı. Kendi doğum<br />
şekli yüzünden özür dilemenin haksızlığını, buradaki adaletsizliği değerlendirmek, genç Meryem'in hiç aklına<br />
gelmedi.<br />
Geldiği zaman, yani on yaşına bastığı sıralarda da, zaten bu doğum öyküsüne inanmaz olmuştu. Celil'in<br />
anlattığı şekline inanıyordu: O sırada kendisi uzaklarda olsa da, Nana'nın He-rat'taki bir hastaneye<br />
götürülmesi, doğumun bir doktor tarafından yaptırılması için gerekli ayarlamaları yapmıştı. Nana'yı iyi<br />
aydınlatılmış bir odada, temiz, düzgün bir yatağa yatırmışlardı. Meryem bıçaktan söz edince, Celil başını<br />
esefle salladı.<br />
Meryem, annesine tam iki gün boyunca acı çektirdiğinden de kuşkuluydu artık.<br />
"Bir saate kalmadan olup bittiğini söylediler," dedi Celil. "Sen hep iyi bir evlat oldun, Meryem co. Daha<br />
doğuştan iyi bir evlatsın."<br />
"Yanımda bile değildi ki!" diye tükürdü Nana. "Taht-ı-Sefer'deydi; değerli arkadaşlarıyla at koşturuyordu."<br />
Dediğine göre, yeni bir kızı olduğunu haber verdiklerinde Celil omuzlannı silkmiş, atının yelesini okşamayı<br />
sürdürmüş ve Taht-ı-Sefer'de iki hafta daha kalmıştı.<br />
"İşin doğrusu, seni bir aylık oluncaya kadar kucağına bile almadı. O zaman da, eğilip yüzüne şöyle bir bakü,<br />
suratı biraz uzun gibi, dedi; sonra da bana geri verdi."<br />
Meryem öykünün bu kısmına da inanmıyordu arak. Evet, Celil kendisinin de kabullendiği gibi, Taht-ı-Sefer'de<br />
<strong>bin</strong>ek<br />
12<br />
avındaydı, ama haberi alınca omuz filan silkmemişti. Eyerine atladığı gibi Herat'a dönmüştü. Kızını<br />
kucağında zıplatmış, başparmağıyla o kabuklu, pul pul kaşlarını sıvazlamış, kulağına bir ninni söylemişti.<br />
Tamam, yüzünün azıcık uzun olduğu doğruydu, ama babasının bunu böyle pat diye söylediğine kesinlikle<br />
ihtimal vermiyordu.<br />
Nana, Meryem adını kendisinin seçtiğini söyledi; annesinin adıydı çünkü. Celil ise bu adı seçtiğini, çünkü<br />
sümbül teberin çok güzel, nefis bir çiçek olduğunu söyledi.<br />
"En sevdiğin çiçek mi?" diye sordu Meryem.<br />
"Eh, onlardan biri," dedi adam, sonra gülümsedi.<br />
13<br />
3<br />
Meryem'in hatırlayabildiği ilk anılarından biri, bir el arabasının taşlara sürtünen demir tekerleklerinin gıcırtısı.<br />
Ayda bir kez. Pirinç, un, çay, şeker, yemeklik yağ, sabun, diş ma-cunuyla yüklenmiş arabayı itenler<br />
Meryem'in üvey ağabeyleri, genellikle Muhsin'le Ramin, bazen de Ramin'le Ferhat. Toprak yoldan yukarı,<br />
kayaların, çakıl taşlarının üzerinden, çukurların, çalıların etrafından dolanarak, sırayla iterlerdi; ırmağa<br />
ulaşıncaya kadar. Orada, el arabasının boşaltılması, malların karşı kıyıya elde taşınması gerekirdi. Sonra<br />
oğlanlar boş arabayı ırmaktan geçirir, yeniden yüklerlerdi. Bu kez uzun, kesif odann arasından, sık dikenlerin<br />
çevresinden, iki yüz metrelik bir sürüş başlardı. Kurbağalar el arabasının<br />
14<br />
önünden kaçışırdı. İki kardeş, terli yüzlerine konan sivrisinekleri kışkışlardı.<br />
"Hizmetkârları var," dedi Meryem. "Onlardan birini yollayabilir."<br />
"Kendini cezalandırıyor," dedi Nana.<br />
Ana-kız tekerleklerin gıcırtısını duyunca, dışarıya çıkardı. Meryem, Nana'nın Erzak Günü'rideki halini her<br />
zaman anımsayacaktı: kapınm eşiğinden dışarıya uzanmış, uzun boylu, kemikli, yalınayak bir kadın; bozuk<br />
gözü kısılmış, incecik bir yarığa dönüşmüş, kollar küstah ve alaycı bir edayla kavuşturulmuş. Güneşte<br />
parlayan, kısa saçları örtülmemiş, taranmamış. Üzerinde, boğazına kadar iliklediği, bol, gri bir gömlek.<br />
Cepleri ceviz iriliğinde taşlarla dolu.<br />
Oğlanlar suyun kıyısına oturur, Meryem'le Nana'nın erzakları kulübe'yt taşımasını beklerdi. Otuz metreden<br />
fazla yaklaşmamdan gerektiğini çok iyi bilirlerdi; her ne kadar Nana nişan almayı beceremese, taşlann çoğu<br />
hedefin epey uzağına düşse de. Nana pirinç torbalannı içeriye taşırken oğlanlara avaz avaz bağırır,<br />
Meryem'in anlayamadığı sözler sarf ederdi. Annelerine lanet okur, nefretle dolan yüzünü şekilden sekile<br />
sokardı. Oğlanlar hakaretlere asla karşılık vermezdi.<br />
Meryem onlar adına üzülürdü. O ağır arabayı sürmekten, kollan, bacaklan kimbilir ne kadar yorulmuştur,<br />
diye acırdı. Keşke onlara su ikram etmesine izin olsaydı. Ama hiçbir şey söyleyemez, el salladıklan zaman<br />
karşılık veremezdi. Bir keresinde, Nana'ya yaranmak için, o da Muhsin'e bağırdı, ağzının kertenkele kıçına<br />
benzediğini söyledi - sonra da pişmanlıktan, utançtan ve Celil'e söylerler korkusundan içi içini yedi. Ama