You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Nana, Herat'ta yaşamayı kabul etmemişti.<br />
8<br />
"Ne diye kalacaktım orada? Şu kincini kanlannı akşama kadar arabayla gezdirmesini seyretmek için mi?"<br />
Babasından boşalan evde, Herat'ın iki kilometre kuzeyindeki Gül Daman köyünde de oturmayacakü. Uzak,<br />
tarafsız bir yerde yaşamak istiyordu; komşulann gözlerini dikip karnına bakmayacağı, onu gösterip burun<br />
bükmeyeceği, ya da daha kötüsü, içtenlikten uzak, yapmacık bir şefkatle tebelleş olmayacağı bir yerde.<br />
"Zaten, inan bana, gözünün önünde olmamam babana da rahat bir nefes aldırdı. Bu durum çok işine geldi."<br />
Bu küçük araziyi öneren, Celil'in ilk kansı Hatice'den olma, en büyük oğlu Muhsin olmuştu. Gül Daman'ın<br />
epeyce dışındaydı. Buraya, Herat'la Gül Daman arasındaki anayoldan aynlan, delik deşik, meyilli bir toprak<br />
yolla ulaşılıyordu. Patika, her iki yandan dizboyu otlarla, beyaz ve parlak san çiçeklerin beneklediği çayırlarla<br />
kuşatılmıştı. Yokuş yukan, döne kıvnla tırmanıyor, çeşitli kavak cinslerinin boy attığı, yabani çalı öbeklerinin<br />
büyüdüğü, düz bir araziye ulaşıyordu. Bu yükseklikten bakıldığında, solda, Gül Daman'ın yeldeğir-menlerinin<br />
paslı kanatlan seçilebiliyordu; sağ yandaysa Herat uzanıyordu. Patikanın di<strong>bin</strong>de, Gül Daman'ı çeviren<br />
Safid-koh dağlanndan doğup gelen, geniş, alabalık dolu bir nehir akıyordu. Irmağın yukan kısırımda, dağlara<br />
doğru, iki yüz metre kadar ileride, salkımsöğütlerden oluşan, yuvarlak bir koru vardı. İşte, sözü edilen açıklık,<br />
bunun tam ortasında, söğütlerin gölgesindeydi.<br />
Celil gelip araziye bir bakmıştı. Geri döndüğünde, dedi Nana, hapishanesinin temiz duvarlanyla, pınl pml<br />
zeminiyle övünen bir gardiyan gibiydi.<br />
"Böylece, baban bize bu sıçan deliğini yapn."<br />
***<br />
9<br />
Nana on besindeyken, evlenmesine ramak kalmış. Talibi, Şindandlı bir delikanlıymış; genç bir<br />
muhabbetkuşu sancısı. Meryem öyküyü bizzat Nana'dan dinlemişti; annesinin o kısma hiç değinmemesine<br />
karşın, gözlerindeki hülyalı, özlem dolu ışıktan, onun için çok mutlu bir dönem olduğunu arılayabiliyordu.<br />
Düğün gününe doğru akıp giden bu günler, belki de Nana'nın hayatında tek mutlu olduğu, gerçek saadeti<br />
tattığı dönemdi.<br />
Nana öyküyü anlatırken, onun kucağında oturan Meryem, annesinin gelinlik provasındaki halini gözünde<br />
canlandırmaya çalıştı. Onu bir atın sırtında hayal etti; yeşil duvağının gerisinde mahcup mahcup<br />
gülümsüyor; avuçları kızıl kınalı; gümüş tozuyla ortadan aynlan saçlanna, bir bitki sapına dizili boncuklar<br />
iliştirilmiş. Şennay zurnası üfleyen, dohol\z-nnı döven çalgıcılan, gelin alayını bağnş çağnş kovalayan çocuklan<br />
görür gibiydi.<br />
Sonra, düğüne bir hafta kala, Nana'nın bedenine bir cin girmişti. Bunu Meryem'e uzun uzun anlatmasına<br />
gerek yoktu. Ona kendi gözleriyle defalarca tanık olmuştu zaten. Nana ansızın yere devrilir, vücudu kasılır,<br />
kaskatı kesilir, gözleri kayar, kolları ve bacakları, bir şey onu içeriden bo-ğuyormuş gibi titremeye, seğirmeye<br />
başlardı; ağzının iki yanında beyaz, bazen de kan yüzünden pembe köpükler. Sonra uyuşukluk, o ürkütücü<br />
bilinçsizlik, anlaşılmaz sayıklamalar.<br />
Haber Şindand'a ulaşınca, muhabbetkuşu satıcısının ailesi düğünü iptal etti.<br />
Nana'nın deyişiyle: "Korkuya kapıldılar."<br />
Gelinlik bir dolaba kaldınldı. Ondan sonra da, başkaca bir talip çıkmadı.<br />
***<br />
10<br />
Celil'le oğullarından ikisi, Ferhat ve Muhsin, korunun ortasındaki açıklığa küçük bir kulübe yaptılar;<br />
Meryem'in yaşamının ilk on beş yılını geçireceği evciği. Güneşte kurutulmuş tuğlalar kullandılar, üzerini<br />
çamurla, avuç avuç samanla sıvadılar. İçine iki yer döşeği, bir tahta masa, dik sırdı iki iskemle kondu; bir<br />
pencere, bir de duvara çivilenmiş, Nana'nın toprak kaplannı, biricik porselen takımını dizdiği raflar. Ce-lil, kış<br />
için dökme demirden bir soba kurdu, kulübe'nin arka tarafına kestiği yakacak odunlannı dizdi. Dışanya bir<br />
ekmek tandır\yh etrafi telli bir kümes yapa. Birkaç koyun getirdi, bir yem teknesi yaptı. Ferhat'la Muhsin'e,<br />
söğüderin oluşturduğu dairenin yüz metre dışına, derin bir çukur kazdırdı, üstüne tahta bir kulübecik<br />
kondurup bir helaya dönüştürdü.<br />
Usta tutup yaptırabilirdi, ama yapmadı, dedi Nana.<br />
"Aklınca, günahının bedelini ödemiş oldu."<br />
Nana, Meryem'i doğurduğu günü anlatırken, yardımına hiç kimsenin gelmediğini söylerdi. Dediğine göre,<br />
onu 1959 bahannda, gri, yağmurlu bir günde doğurmuştu; Kral Zahir Şah'ın genellikle olaysız geçen, kırk<br />
yıllık saltanatının yirmi altıncı yılında. Celil bir doktor, hatta bir ebe çağırma zahmetinde bulunmamıştı; hem<br />
de vücuduna cin girebileceğini, doğum sırasında malum nöbetlerinden birini geçirebileceğini bile bile.<br />
Kulübenin zemininde, tek başına yatmıştı; yanında bir bıçakla, tere batmış bedeniyle.<br />
"Sancılar arttığında, yastığı ısınyor, sesim kısılıncaya kadar bağınyordum. Yine de, bir Allah kulu gelip<br />
yüzümü silmedi, bir bardak su vermedi. Sana gelince, Meryem co, hiç acele etmedin kızım! O soğuk, taş gibi<br />
zeminde tam iki gün yatırdın beni. Ne bir şey yedim, ne de uyudum; sürekli ıkınıyor, bir an önce gelmen için<br />
Tann'ya yakanyordum."