You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Molla Feyzullah durdu.<br />
Bir hafta önce Bibi co, Celil'in fazlan Saide'yle Nahit'in, Herat'taki kız okulu Mehri'ye başladığı haberini<br />
getirmişti. O andan beri, Meryem'in kafasının içinde sınıflarla, öğretmenlerle ilgili fikirler çınlıyor, çizgili<br />
defterlerin, sayılann, koyu, kalın şekiller oluşturan kalemlerin imgeleri uçuşuyordu. Akranı fazlarla birlikte bir<br />
sınıfta oturduğunu hayal edi-<br />
18<br />
yordu. Bir cetveli kâğıdın üzerine bastırmak, son derece önemli görünen çizgiler çizmek için yanıp<br />
tutuşuyordu.<br />
"İstediğin bu mu?" dedi Molla Feyzullah o sevecen, sulu gözlerini kıza dikerek; ellerini arkada, bükülmüş<br />
belinde kavuşturmuştu, sangının gölgesi dikenli düğünçiçeklerinden oluşan, küçük öbeğe düşüyordu.<br />
"Evet."<br />
"Ve benden, izin vermesi için annenle konuşmamı istiyorsun?"<br />
Meryem gülümsedi. Celil sayılmazsa, dünyada hiç kimse onu yaşlı hocası kadar iyi anlayamazdı.<br />
"Bu durumda, elimden ne gelir ki? Yüce, bilge Tann hepimize bazı zaaflar vermiş; benim pek çok zaafımdan<br />
biri, belki de birincisiyse, sana hayır diyememek, Meryem co," dedi, romatizmalı parmağıyla kızın yanağına<br />
dokunurken.<br />
Ama sonra, konuyu Nana'ya açınca, kadın soğan doğradığı bıçağı düşürüverdi. "Ne için?"<br />
"Kız öğrenmek istiyorsa, bırak öğrensin, canım. İzin ver de eğitim alsın."<br />
"Öğrenmek mi? Neyi öğrenecekmiş, Molla sahip?" dedi Nana sertçe. "Öğrenecek ne var fa?" Ateş saçan<br />
gözlerini Meryem'e dikti.<br />
Meryem önüne, ellerine bakıyordu.<br />
"Senin gibi bir fazı okula göndermenin mantığı ne? Tükürük hokkasını parlatmak gibi bir şey. Hem o<br />
okullarda değerli hiçbir şey öğrenemezsin. Seninle benim gibi kadınlara hayatta yalnızca bir, tek bir marifet<br />
gereklidir, o da zaten okulda öğretilmez. Yüzüme bak."<br />
"Ona böyle şeyler söylememelisin, canım," dedi Molla Feyzullah.<br />
"Bana bak."<br />
Meryem baktı.<br />
19<br />
"Sadece u.k bir hüner. O da: tahammül. Sabretmek. Katlanmak."<br />
"Neye katlanmak, Nana?"<br />
"Bak, bu konuda hiç endişen olmasın," dedi Nana. "Katlanılacak şey bulmakta hiç zorlanmayacaksın."<br />
Sonra, başladı sıralamaya: Celil'in karılarının onu nasıl basit bir taş işçisinin çirkin kızı diye aşağıladığını.<br />
Çamaşırı nasıl dışarıda, buz gibi havada yıkattıklarını; yüzünün soğuktan nasıl uyuştuğunu, parmak<br />
uçlarının yandığını.<br />
"Bizim payımıza düşen işte bu, Meryem. Bizim gibi kadınların. Biz kadanınz. Tahammül ederiz. Sahip<br />
olduğumuz tek şey, bu yeteneğimizdir. Anlıyor musun? Hem okulda sana gülerler. Alay ederler. Harami<br />
derler. Hakkında korkunç şeyler söylerler. Buna göz yumamam."<br />
Meryem başıyla doğruladı.<br />
"Okul konusu burada kapanmıştır. Sen sahip olduğum tek şeysin. Seni de onlara kaptırmaya hiç niyetim yok.<br />
Bak bana. Okuldan söz etmek yok artık, tamam mı?"<br />
"Mantıklı ol. Hadi ama... madem kız istiyor..." diye başladı Molla Feyzullah.<br />
"Sana gelince, akhund sahip, saygısızlık etmek istemem, ama bu aptalca fikirleri desteklememen gerektiğini<br />
en iyi senin bilmen lazım. Onu gerçekten düşünüyor, iyiliğini istiyorsan, kafasına buraya ait olduğunu, yerinin<br />
annesinin yanı olduğunu sokarsın. Oralarda ona göre, ona uygun hiçbir şey yok. Sadece aıay, dışlanma ve<br />
üzüntü. Bunu çok iyi biliyorum, akhunu sahip, inan biliyorum."<br />
20<br />
Meryem kulübece konuk gelmesine bayılıyordu. Köy erbabı ve armağanları, Bibi co ve sancıyan kalçası,<br />
bitmek bilmez dedikoduları ve tabii Molla Feyzullah. Ama kimse, hiç kimse Celil kadar burnunda tütmez, dört<br />
gözle beklenmezdi.<br />
Heyecan, endişe salı akşamından başlardı. Meryem doğru dürüst uyuyamaz, bir iş meselesinin perşembe<br />
günü CeliPi alıkoymasından korkar, onu görmek için ya bir hafta daha beklemek zorunda kalırsam, diye ödü<br />
kopardı. Çarşambaları dışarıda, kulübe'vim etrafında volta atar, kümese dalgın dalgın tavuk yemi serperdi.<br />
Amaçsız yürüyüşlere çıkar, çiçeklerin taçyapraklannı koparıp koluna konan sivrisineklere vururdu. Sonunda,<br />
perşembe gelip çattığında, sırtını bir duvara ve-<br />
21<br />
rip oturmaktan, gözleri ırmağa mıhlanmış, öylece beklemekten başka hiçbir şey yapamazdı. Celil geç<br />
kalmışsa, içine giderek büyüyen, korkunç bir dehşet yayılırdı. Dizlerinin bağı çözülür, bir yere kıvrılıp yatması<br />
gerekirdi.<br />
Sonra, Nana seslenirdi: "İşte geliyor! Baban! Olanca haşmetiyle."