Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Çok tuhaf, diye düşünüyor, neredeyse rahatsız edici; Azize'yle Tank'ın arasındaki şey. Daha şimdiden, kız<br />
onun cümlelerini, o da kızınkileri tamamlıyor. Azize, o daha istemeden, babasına bir şeyler uzatıyor. Yemek<br />
masasında, aralarında manidar gülümsemeler geçiyor; sanki iki yabancı değil de, uzun bir aynlığın ardından<br />
kavuşan iki eski dost gibiler.<br />
Leyla gerçeği açıkladığında, Azize düşünceli bir yüzle önüne, ellerine baktı.<br />
"Ondan hoşlandım," dedi, uzun bir suskunluğun ardından.<br />
388<br />
"Seni çok seviyor."<br />
"Öyle mi dedi?"<br />
"Söylemesine gerek yok, Azize."<br />
"Gerisini de anlat, Anne. Anlat ki bileyim."<br />
Leyla da anlattı.<br />
"Baban iyi bir insan. Tanıdığım en iyi insan."<br />
"Ya giderse?" dedi Azize.<br />
"Asla gitmeyecek. Bak bana, Azize. Baban seni asla üzmeyecek ve asla terk etmeyecek."<br />
Azize'nin yüzündeki ferahlama, Leyla'nın yüreğini burkuyor.<br />
Tank Zalmay'a tahta, sallanan bir at aldı, dört tekerli, oyuncak bir araba yaptı. Bir hapishane arkadaşından<br />
kâğıt hayvan yapmayı öğrenmişti; sayfalarca kâğıdı katladı, kesti, kıvırdı ve Zalmay için aslanlar, kangurular,<br />
atlar, rengârenk tüylü kuşlar yaptı. Ama bütün girişimleri Zalmay tarafından kabaca, bazen de kinle<br />
püskürtüldü.<br />
"Eşeğin tekisin!" diye bağınyor oğlan. "Senin oyuncakla-nnı istemiyorum!"<br />
Leyla yerin di<strong>bin</strong>e geçiyor. "Zalmay!"<br />
"Önemli değil," diyor Tank. "Leyla, önemli değil. Rahat bırak onu."<br />
"Sen Baba can\m değilsin! Gerçek Baba can\m seyahatte, dönünce seni dövecek! Sen de kaçamayacaksın,<br />
çünkü onun iki bacağı var, seninse bir tane!"<br />
Geceleri, Leyla Zalmay'ı göğsüne basönyor, birlikte Ba-balu duasını ediyorlar. Sorduğu zaman, aynı yalanı<br />
yineliyor; Baba can uzaklara gitti, ne zaman döneceğini bilmiyorum. Bu külfetten, bir çocuğu böyle kandırdığı<br />
için kendinden iğreniyor.<br />
389<br />
Bu rezil yalanın tekrar tekrar söylenmesi gerekeceğini biliyor. Gerekecek, çünkü Zalmay soracak; bir<br />
salıncaktan indiği, bir öğle uykusundan uyandığı zaman; daha sonra, kendi ayakkabılarını kendisi<br />
bağlayacak, yürüyerek okula gidecek kadar büyüdüğü zaman bile, yalan yeniden, defalarca tekrarlanacak.<br />
Ama bir noktada, soruların arkası kesilecek, Leyla- biliyor. Yavaş yavaş, Zalmay babasının onu neden terk<br />
ettiğini merak etmeyi bırakacak. Babasını trafik ışıklarında beklerken, ayağını sürüyerek yolun karşısına<br />
geçen yaşlı adamda, önü açık bir semaver evinde, çayını yudumlayan ihtiyarda görmez olacak. Ve bir gün,<br />
kıvrılarak akan bir ırmağın kıyısında yürür ya da el değmemiş karla kaplı bir araziye bakarken, dank edecek:<br />
Babasının yok olması artık açık, kanayan bir yara değil. O artık bambaşka bir şeye dönüşmüş; kenarları<br />
eskisi kadar keskin olmayan, daha mülayim, daha acısız bir şeye. Kutsal bir bilgiye, örneğin. Hürmet edilen,<br />
tam da anlaşılamayan, gizemli bir bilgiye.<br />
Leyla burada, Mürree'de mutlu. Ama kolay bir mutluluk değil bu. Bedelsiz, faturasız bir mutluluk değil.<br />
İzin günlerinde, Tank onları Mail'a götürüyor; oyuncaklar, biblolar satan dükkânların hemen yanında, on<br />
dokuzuncu yüzyılın ortalarında yapılmış bir Anglikan kilisenin yükseldiği caddede dolaşıyorlar. Tank onlara<br />
sokak satıcılarından baharadı pepli kebabı alıyor. Kalabalığın, kasabalılann, cep telefonlu, dijital kameralı<br />
Avrupalılann, ovalann sıcağından kaçıp gelmiş Pencaphlann arasında geziniyorlar.<br />
Arada bir, otobüse <strong>bin</strong>ip Keşmir Noktası'na gidiyorlar. Orada, Tank Celum Irmağı vadisini, çamla örtülü<br />
yamaçlan, gümrah, sık ormanlarla kaplı tepeleri gösteriyor, bu orman-<br />
390<br />
larda hâlâ ağaçtan ağaca atlayan maymunlann görülebildiğini söylüyor. Mürree'den otuz kilometre kadar<br />
uzaktaki, silme akçaağaç dolu Nathia Gali'ye de gidiyorlar; Vali Kona-ğı'na uzanan, ağaçların gölgelediği<br />
yolda yürürken, Tank Leyla'nın elini tutuyor. Eski Britanya mezarlığında duruyor, bazen de bir taksiyle dağın<br />
zirvesine çıkıp manzaraya, aşağıdaki yemyeşil, sise bürünmüş vadiye bakıyorlar.<br />
Bu gezilerde kimileyin, bir mağazanın önünden geçerlerken, Leyla'nın gözüne vitrindeki yansılan çarpıyor.<br />
Erkek, kansı, kızı, oğlu. Yabancılara dünyanın en normal, en sıradan ailesi gibi göründüklerini biliyor;<br />
sırlardan, yalanlardan, pişmanlıklardan uzak.<br />
Azize, çığlık çığlığa uyandığı kâbuslar görüyor. Leyla döşeğe, onun yanına uzanıyor, yeniyle tazın<br />
yanaklannı kuruluyor, yaöştınp yeniden uyutuyor.<br />
Leyla'nın da kendi rüyalan var. Onlarda, kendini hep Kabil'deki eve dönmüş görüyor; koridoru geçiyor,<br />
basamaklan tırmanıyor. Evde tek başına, ama kapılann ardında bir ütünün buhar salarken tısladığını,<br />
çarşaflann açıldığını, sonra katlandığını duyuyor. Bazen de, bir kadının alçak sesle mınl-dandığı, eski bir<br />
Herat şarkısını. Fakat içeriye girince, odanın boş olduğunu görüyor. İçeride kimse yok.