Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Velayet'in her yanına sinmiş bok ve sidik kokusuna da, içlerinden biri şaman yapışonncaya ka dar, Talib<br />
nöbetçilere de kayıtsız.<br />
Meryem'in hiç ziyaretçisi yoktu. Buradaki görevlilerde! ilk ve tek isteği bu olmuştu: ziyaretçi yok.<br />
373<br />
***<br />
Meryem'in hücresindeki kadınların hiçbiri, ağır suçtan yatmıyordu - hepsi de, şu en yaygın 'evden kaçma'<br />
suçundan buradaydı. Bunun sonucunda da, Meryem etrafta belli bir nam salmış, neredeyse şöhredi biri<br />
olmuştu. Kadınlar ona saygılı, hatta huşu dolu bir ifadeyle bakıyordu. Ona battaniyelerini sunuyorlardı.<br />
Yiyeceklerini onunla paylaşmak için yanşıyorlardı.<br />
Ona en düşkün olansa, Naime'ydi; kollarını kavuşturur, Meryem'i her gittiği yerde izlerdi. Naime ister<br />
kendisinin isterse başkalarının başına gelen talihsizlikleri, bahtsızlıkları ballandıra ballandıra aktarmaktan<br />
zevk alan insanlardandı. Babasının onu, kendisinden otuz yaş büyük bir terziye sözle-diğihi söyledi.<br />
"Tıpkı goh gibi kokuyor; dişlerinin sayısıysa parmaklarından az," dedi, terzi için.<br />
Âşık olduğu genç bir adamla, mahallenin mollasının oğluyla Gardez'e kaçmaya çalışmıştı. Kabil'den çıkmayı<br />
bile başaramadılar. Yakalanıp geri gönderilince, kırbacı yiyen delikanlı hemen nedamet getirdi, sonra da<br />
Naime'nin dişiliğini kullanarak onu baştan çıkardığını söyledi. Bana büyü yaptı, dedi. Kendini yeniden dine,<br />
Kuran'in öğretilerine vereceğine yemin etti. Mollanın oğlu serbest bırakıldı. Naime beş yıla mahkûm oldu.<br />
Meryem onu dinlerken, kış yıldızlarının donuk ışıltısını, Safid-koh Dağları'nın üstünden kayan, tel tel, pembe<br />
bulutları, o çok gerilerde kalmış sabahta Nana'nm söylediklerini anımsadı; Hep kuzeyi gösteren bir pusula<br />
ibresi gibi, bir erkeğin suplayan parmağı da mutlaka bir kadını işaret eder. Her zaman. Bunu aklından<br />
ptkarma, Meryem.<br />
***<br />
374<br />
Meryem'in mahkemesi bir hafta önce görülmüştü. Ne avukat, ne halka açık bir duruşma, ne kanıdarın<br />
incelenmesi, ne de temyiz. Meryem tanıklık etme hakkından feragat etti. Bütün olay on beş dakikadan az<br />
sürdü.<br />
Ortada oturan yargıç, sağlıksız görünüşlü Talib, mahkeme başkanıydı. Dikkat çekecek kadar sıskaydı, sarı,<br />
köselem-si bir teni, kıvırcık, kızıl sakalı vardı. Gözlerini fazlasıyla büyüten, gözaklannın sanlığını ortaya<br />
çıkaran bir gözlük takmıştı. Boynu, kafasındaki bol kıvnmlı, dolambaçlı türbanı taşıyamayacak kadar zayıf<br />
görünüyordu.<br />
"Suçunu kabul ediyor musun, hemşireV diye sordu bir kez daha, yorgun sesiyle.<br />
"Ediyorum," dedi Meryem.<br />
Adam başını pekâlâ anlamında salladı. Belki de sallamamıştı. Söylemesi güçtü, çünkü elleriyle başında,<br />
Meryem'e Molla Feyzullah'ın titremesini anımsatan, bariz bir sallanma vardı. Çayını yudumlamak<br />
istediğinde, fincana uzanmıyordu. Solunda duran geniş omuzlu adama başıyla işaret veriyor, o da fincanı<br />
alıp hürmetle onun dudaklanna götürüyordu. Yargıç da sessiz ve zarif bir minnet ifadesiyle, gözlerini<br />
yavaşça yumuyordu.<br />
Meryem'e kalırsa, adamda güven veren, insanı rahatlatan bir şey vardı. Konuşurken, sesinde gönül çelen,<br />
sevecen bir tını seziliyordu. Tebessümü sabırlı, hoşgörülüydü. Meryem'e tepeden, küçümseyerek<br />
bakmıyordu. Ona kinle ya da suçlar-casına değil, yumuşak, alttan alan bir tonla hitap ediyordu.<br />
"Söylediklerinin tam anlamıyla bilincinde misin?" diye sordu, yargıcın sağında oturan, kemikli-yüzlü Talib -<br />
çay içiren değil. Bu, üç yargıcın en genciydi. Hızlı hızlı, vurgulu ve mağrur bir özgüvenle konuşuyordu.<br />
Meryem'in Peştun dilini konuşamadığını öğrenince sinirlenmişti. Meryem karşısında, yetkesinin tadını<br />
doyasıya çıkaran, baktığı her yerde kaba-<br />
375<br />
hat, kusur gören, kavgacı bir delikanlı görüyordu; yargılama yi, hüküm vermeyi doğuştan hakkı sayan.<br />
"Bilincindeyim," dedi Meryem.<br />
"Kuşkuluyum," dedi genç Talib. "Allah bizi farklı yaratmış; siz kadınlarla biz erkekleri. Beyinlerimiz farklı.<br />
Sizler bizim gibi düşünmeyi beceremezsiniz. Bunu Batılı doktorlar bilimsel olarak kanıtladı. İşte, tek bir<br />
erkeğin tanıklığına karşılık iki kadın tanık istememizin nedeni de bu."<br />
"Yaptığım şeyi kabul ediyorum, kardeşim," dedi Meryem. "Bunu yapmasaydım, onu öldürecekti. Boğazına<br />
sarılmış, boğuyordu."<br />
"Bu senin iddian, elbette. Öte yandan, kadınların her an her şey için yemin ettiği de malum." "Doğruyu<br />
söylüyorum." "Tanıkların var mı? Embağ\mn dışında, yani?" "Yok," dedi Meryem."<br />
"Buyurun işte." Ellerini havaya kaldırdı, alayla güldü. Sözü, hasta görünüşlü yargıç aldı.<br />
"Peşaver'de bir doktorum var," dedi. "Genç, düzgün bir Pakistanlı. Ona bir ay önce göründüm, son olarak da<br />
geçen hafta. Bana gerçeği söyle, dostum, dedim. O da üç ay, taş çatlasın altı ay, Molla sahip, dedi; her şey<br />
Allah'a bağlı, elbette, diye de ekledi."<br />
Solundaki geniş omuzlu adama usulca işaret etti, uzatılan çaydan bir yudum daha aldı. Titreyen elinin<br />
tersiyle ağzını sildi. "Tek oğlumun beş yıl önce ayrıldığı bu dünyayı terk etmek beni korkutmuyor; bize dert