22.11.2014 Views

ayetler_renkli

ayetler_renkli

ayetler_renkli

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Doğu Perinçek'ten öğrendim.<br />

M. Şener'i çok yakından tanıyordum. Diyarbakır cezaevinde sekiz yıl birlikte yatmıştık.<br />

Her konuda anlaştığım biri değildi. Bir çok konuda zıt anlayışlarımız vardı. 1984 yılında<br />

cezaevindeki büyük barikat direnişinin ortasında, işkenceye dayanmayarak bize elbise<br />

giydirtmede rol oynamıştı. Bu yüzden içerdeki örgüt kararıyla ilişkileri bir süre askıya<br />

alınmıştı. Hoşuma gitmeyen bazı özelikleri vardı. Önderimize güvenim tam olduğundan<br />

Şener hakkında söyledikleri kafamı kurcalıyordu. Uzun süre kaldığım cezaevlerinde, Türk<br />

devletini çok yakından tanımış, deney ve tecrübe sahibi olmuştum. Đçerde okuma firsatı<br />

bulabildiğimden; tarih, edebiyat, felsefe, pisikoloji, sosyoloji konularını incelemiştim;<br />

ufkum genişlemişti. Mücadeleye önemli katkılar yapacağıma inanıyordum. Önderimize de<br />

çok güveniyordum. Ona muhalefet etmek aklımın ucundan geçmiyordu. Kendisini bir<br />

önder olarak kabul etmiştim. Ama "ulu " kelimesini ona yakıştırmıyordum. Ayrıca yurt<br />

dışına çıkarken Şener'in 12 Eylülden önce ajan olduğuna inanmıyordum, iyi olmayan bazı<br />

özeliklerinin olduğunu biliyor, cezaevinden tahliye olduktan sonra devletle ilişkiye<br />

geçmesinden kuşkulanıyordum. Bu düşüncelerle 1991 mayısında Yunanistan'a geçtim.<br />

Atina'da kaldığım bir haftalık sürede, cezaevinden tahliye olanlara karşı bir antipatinin<br />

olduğunu sezdim. Bize, "siz partiye yabancısınız " diyorlardı. Ben de "olabilir uzun<br />

süre(4) içerde kaldık, dışarda büyük gelişmeler oldu, parti büyümüş, biz geri kalmış<br />

olabiliriz" diyordum.<br />

Bir hafta sonra Şam'a gittim. Önderimiz, kaldığımız eve, uzun boylu, iyi giyimli, kültürlü<br />

güzel bir bayanla bizi ziyaret etmeye geldi. O, kaldığımız eve girmeden, kapıyı açan biri<br />

heyecanlı, korkulu bir sesle, "başkan geliyor" dedi. Odada dokuz kişi oturuyorduk; henüz<br />

önderimiz içeri girmemiş ama herkes hazırol vaziyetine geçerek soluğunu tutmuştu. Bu<br />

normal bir hazırol vaziyetinden ziyade, Diyarbakır cezaevinde teslimiyetçilerin kaldığı<br />

koğuşlara, işkenceci Yüzbaşı Esat Oktay'ın koğuşa girdiğindeki hazırol vaziyetine<br />

benziyordu. Duruma bakıp şaşırıyorum. Çaresiz bende ortama uyuyorum. Ama hoşuma<br />

gitmiyor; cezaevinde kurallara uydurulmuş teslimiyetçi bir tutuklu psikolojisine<br />

kapılıyorum.<br />

Nihayet önderimiz içeri giriyor, öpüşüyoruz. Bir koltuğa oturduktan sonra, ben de<br />

oturuyorum. Gerçekten kendisine saygı duyuyorum. Kendisini Amircal Cabral, Kastro ve<br />

Ho She Min gibi bir lider olarak görüyorum. Bu yüzden kendisi oturduktan sonra<br />

oturuyorum. Ben oturunca diğer arkadaşların oturmadıklarını, tuhaf tuhaf bana<br />

baktıklarını görüyorum. Hemen orada benim dışımdakilerin önderimizi bir önder gibi<br />

değilde, bir tanrı gibi gördüklerini, tanrının huzurunda kulun oturamayacağını ve partiye<br />

yabancılaşmanın ne demek olduğunu anlıyorum! Kalkıp hazırol vaziyete geçmeyi<br />

düşünüyorum. Kalkmaya yeltendiğimde "otur otur, birşey olmaz" diyor önderimiz.<br />

Ardından diğerlerine sert bir ses tonuyla "oturun!" diyor. Ama hepsi heykel gibi,<br />

suratlarına baktığımda herbiri birer mumya. Sadece oynayan gözleri ölü olmadıklarının<br />

belirtisi.<br />

Ulu önderimizin emrini almadan oturmam, resmen ona muhalefet etmekti. Bunun anlamı<br />

"ben kul değilim, seni de tanrı olarak kabul etmiyorum"demekti. Hareketimin anlamı<br />

buydu. Ben bunun bilincinde değildim. Ama o biliyordu, çok saygılı ve doğal<br />

davranmıştım. Ama insanların tanrılaştırılması düşüncesine kesinlikle karşıydım.<br />

Sosyalizmin yıkılmasının bir nedeninin bu olduğunu düşünüyordum; konuyla ilgili detaylı<br />

araştırmam olmuştu. Bartın cezaevindeyken Özgür Halk dergisinin benimle yaptığı bir<br />

ropörtajda düşüncelerimi açıkça anlatmıştım: "Sosyalizmi yıkıntıya götüren nedenlerden<br />

biri, kişilerin ilahlaştırılmasıydı" demiştim. Şimdi ilahın kendisiyle karşılaşınca, acaba<br />

ropörtajımı okuyunca ne kadar kızmış diye düşünüyordum. Ropörtajda "bir toplum ne<br />

kadar zayıf ve düşürülmüşse, toplum orada güçlü bir kişiye sığınır. Mısır köleleri<br />

fravunların yüceliğini göstermek için, yüksek pramitler dikip kendilerini cüceleştirdiler.<br />

Halklar güç sahibi oldukça kişilerin yüceltilmesi gereksizleşir" demiştim. Bu satırları<br />

yazdığımda ulu önderimizi eleşirdiğimin bilincinde değildim. Çünkü kendini<br />

tanrılaştırdığını bilmiyordum. Daha doğrusu bu satırları yazarken Stalin'in konumunu<br />

kastetmiştim. Ulu önderimizin tanrılaşmada Stalin'i geçtiğini yeni görüyordum. Ulu

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!