22.11.2014 Views

ayetler_renkli

ayetler_renkli

ayetler_renkli

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Sabah erkenden otelden ayrıldım. Birleşmiş Milletler bürosuna gideceğim ama, tek<br />

başıma büronun yerini bulmak zor olacak... Bir taksiye biniyorum, gittiğim yerin çok<br />

yakın olmasına rağmen şöför, beş bin liramı alıyor. Beyrut'taki taksi şöförleri,<br />

kaldırımlarda veya yol kenarlarında yürüyen veya bekliyen insanları, insan olarak görmez,<br />

para olarak görürler. Sabahtan akşama kadar cadde cadde, sokak sokak koşuşturarak,<br />

kornaya basarak insan toplarlar. Her insan, onlar için bir binliktir, artık kim ne kadar<br />

toplayabilirse, aralarında müthiş bir yarış var. Geçim kaygısı! Bindiğimiz arabanın şöförü<br />

şaşı gibi; bir gözü yol kenarında, bir gözü yolda.<br />

Birleşmiş Milletler bürosunda ukala adamla karşılaşıyorum. Bana verdiği formu ve iki<br />

adet vesikalık fotoğrafımı veriyorum. Ukala verdiklerimi bir dosyaya koyduktan sonra,<br />

küçük bir kağıt parçasına Arapça birşeyler yazarak bana veriyor: "Git beş gün sonra gel"<br />

diyor. Ukalaya param yok, kalacak yerim yok, karnım aç demenin bir anlamının<br />

olmayacağını bildiğimden dışarı çıkarak Kızılhaç komitesine doğru gidiyorum. Komitenin<br />

salonuna gidip oturduğumda; Paskal, sekreteri Kristin ile birlikta oturduğum salona<br />

geliyor, herzamanki gibi gülümseyen yüzüyle "Arkadaşın Kızılhaç'in Cenevre'deki<br />

merkezi ile konuşmuş, sana yardımcı olacağız" deyince seviniyorum, dil bilmediğimden<br />

başka birşey soramıyorum. Paskal sekrateri ile çıkıp gidince, muhasebe işlerine bakan<br />

uzun boylu, esmer bir bayan oturduğum salona geliyor, Fransızca "Bojur" dedikten,<br />

elindeki makbuz defterini önümdeki masanın üzerine koyduktan sonra, diğer elindeki<br />

kalemi nazikçe uzatarak defterin alt köşeşine imza atmamı istiyor. Gösterdigi yere imzamı<br />

atınca bana 200 dolar uzatıyor."Arkadaşım bankaya para yatırmış, para makbuzunu<br />

Cenevre'deki Kızılhaç merkezine faxlamış, telefonla bize verilen talimat üzerine bu parayı<br />

sana veriyorum"dedi. Bayana teşekkür ediyor ve Kızılhaç komitesinden ayrılıyorum.<br />

Cuma gününden pazartesi gününe kadar kendime başka bir otel arıyorum.<br />

Hamra bölgesinde, denize yakın bir yerde "Kings Hotel" yeni krallar otelinin levhasını<br />

görüyorum. Krallar otelinde yatacak kadar param yok ama, geceliğinin kaç dolar<br />

olduğunu sormaya gidiyorum. Vestiyerdeki genç:"30 dolar"deyince; üç gece için 90 Dolar<br />

ödüyorum. Kalacağım odayı bana gösteriyorlar. Oda güzel, yatak sağlam ve geniş,<br />

çarşaflar bembeyaz, banyo bölümü fena değil, sıcak suyu akıyor. Bir elbise dolabı bie de<br />

küçük bir buzdolabı var. Balkonu geniş, denize bakıyor.<br />

Güzelce bir banyo yaptıktan sonra, otelin bitişiğindeki süper marketten üç günlük yiyecek<br />

satın alıp buz dolabıma yerleştiriyorum. Karnımı doyurduktan sonra biraz yatakta<br />

uzanıyor, akşam üstü otelden çıkıp deniz kıyısına gidiyorum. Sakin bir koy bulunca<br />

soyunup yüzüyorum. Uzun süre deniz kıyısında eğleştikten sonra otele dönüyorum.<br />

Nihayet Beyrut'ta para sahibi olmuş, üstelik krallar otelinde yatıyorum."Mağaradan krallar<br />

oteline yükseliş "diyor, gülüyorum. Burada konuşacak, dertleşecek kimse olmadığından;<br />

kendi kendimle konuşuyor, kendi kendimle dertleşiyor, gecmişi yeniden yaşıyorum:<br />

Araziye uyacağız, araziye uygun tipler olacağız. Ulu önderimizin <strong>ayetler</strong>inde "köle tip,<br />

jandarma tip, feodal tip, köylü tip, küçük burjuva tip"çözümlemeleri vardı. Bende arazi tip<br />

olmaya karar verdim. Aslında bu terimi, Diyarbakır cezaevinde devlete teslim olup<br />

dörtdörtlük kurallara uyan cezaevinden tahliye olup akademiye geldikten sonra "Biji<br />

Serok Apo"diye bağıran, görüntüde iyi asker olanlar için kullanıyordum. Bu tipler,<br />

Diyarbakır cezaevinde askerlerin söylediği her sözü kanun sayıp uyuyorlardı, akademiye<br />

gelince bu kez ulu önderimizin söylediklerini kanun sayıp, put gibi duruyorlardı. Bu<br />

duruma tanık olunca: "Bunlar yağmur nereye yağarsa tarlayı oraya taşıyan tipler"<br />

diyordum. Nesim Kılıç'ta gülüyordu. Sonunda araziye uymaktan başka çarenin olmadığını<br />

anlayınca, araziye uydum. Artık Nesim beni gördüğü her yerde: "Arazi ne yapıyorsun?"<br />

der, birlikte gülerdik.<br />

Nesim'inde morali çok bozuktu. Anlatılan hikayelere o da inanmıyordu. Bir ara "bir<br />

sempatizan olarak kalacağım" kararına vardı. Bu kararı kabul edilmeyince, oda ulu öndere<br />

ve kulluk yapmaktan başka bir yolun olmadığını fark etti. Özeleştirisini verirken ulu<br />

önderimiz kendisine: "Önderliğe bağlımısın?" sorusunu sordu. Biraz düşünen Nesim;<br />

"ortodoksca!" dedi. Bu söz karşısında idi amin gülüşlü ulu önderimiz: "Oozaman akan<br />

sular durur!" dedi. Ve Nesim'de kullar kervanına katıldı. Bu olaydan sonra Nesim'e,

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!