Din Sosyolojisi - Anadolu Üniversitesi
Din Sosyolojisi - Anadolu Üniversitesi
Din Sosyolojisi - Anadolu Üniversitesi
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
şekilde anlaşılması mümkün olacaktır. Bu, aynı zamanda Türkiye’de de<br />
kamusal alan kavramının hangi çerçevede tartışıldığı hususunda önemli<br />
doneleri (verileri) bize sunacaktır.<br />
Sennett’in belirttiğine göre, yaklaşık 1470’li yıllarda kamu sözcüğünün<br />
İngilizcede ilk bilinen kullanımı, kamuyu toplumun ortak çıkarı ile bir tutmak<br />
şeklindedir. Yaklaşık yetmiş yıl sonra, buna sözcüğün genel gözleme açık ve<br />
ortada olan şeklinde yeni bir anlamı daha eklenmiştir. Bu bağlamda, “kamusal”<br />
sözcüğü herkesin denetimine açık olan anlamına gelirken, “özel”<br />
sözcüğü kişinin ailesi ve arkadaşları ile sınırlanan mahfuz bir yaşam bölgesi<br />
anlamında kullanılmaktaydı. Bir de bununla bağlantılı kozmopolit sözcüğüne<br />
değinmeliyiz. 1738’eki kayıtlara göre Fransız dilinde kozmolit, her yere girip<br />
çıkabilen, âşina olduğu şeylerle hiçbir alakası ya da benzerliği olmayan<br />
durumlarda da rahat hareket edebilen kimseydi. Toplum içine (kamuya)<br />
çıkabilen manasında bu yeni kozmopolit, mükemmel bir kamusal insan<br />
olarak tanımlanır. (Sennett, 2002: 33)<br />
Şunu belirtmek gerekir ki, Yunan felsefesinde kamusal-özel ayrımı, siyasetin<br />
kamusal dünyası ile aile ve ekonomik ilişkilerin özel dünyasına dayanmaktaydı.<br />
Modern sosyolojide ise bu ayrım, normalde ev ile işin ayrılmasına<br />
göndermede bulunmaktadır. Marshall, 1999: 380) Yunan düşüncesinde<br />
kamusal ve özel arasında bir karşıtlık ilişkisi bulunmaktaydı. Çünkü Yunan<br />
düşüncesine göre, insanın siyaseten örgütlenebilir olması, merkezinde evin ve<br />
ailenin yer aldığı bu doğal birlikten yalnızca farklı olmakla kalmaz, onlarla<br />
doğrudan bir karşıtlık ilişkisi içine de girer. Bilhassa kent devletinin doğuşu<br />
ilke insanın (burada birinci derecede erkeğin) özel yaşamına ilaveten ikinci<br />
bir yaşam tarzını yani politik hayatı kattığı anlamına gelmekteydi. Bundan<br />
sonra her yurttaş, hayatında iki düzene aynı anda ait hâle gelmiştir. Böylece<br />
yaşamında kendisine ait olanla (özel alan), kamusal alan arasında keskin bir<br />
ayrım ortaya çıkmaktadır. (Arendt, 2000: 60)<br />
Habermas’ın dediği gibi, burada kamusal hayat, pazar meydanında (agora)<br />
cereyan eder; kamu, mahkeme ve meclis müzâkereleri biçiminde oluşabileceği<br />
gibi, savaş oyunları gibi ortak eylemde de oluşmaktadır. Buna göre<br />
kamusal hayata katılabilmenin koşulu, bir aile reisi olarak özel hayat alanında<br />
özerk olmaktır. Fakat bu kamuya katılımdan yoksullar, mülksüzler, köleler ve<br />
kadınlar engellenir. Dolayısıyla toplumun her kesimine açık değildir.<br />
Yunanlıların bilincinde kamu, özel alanın karşısında bir özgürlük ve istikrâr<br />
âlemidir. Her şey kamuda olup biter; orada meseleler ele alınır, konuşulur,<br />
tartışılır ve en sonunda bir şekle ulaşılır. Hayat kavgası ve hayati ihtiyaçların<br />
karşılanması zorunluluğu özel alan içinde gizlice ele alınırken, kamu onur<br />
kazanılan serbest alan sunmaktadır. Aristo’nun sıklıkla zikrettiği erdemler,<br />
ancak kamu alanında mümkündür. Daha sonraki süreçte kavram, sosyal<br />
gelişmelere paralel anlamlar da kazanmıştır. Buna göre kamu, özgül olarak<br />
aynı dönemde mal mübadelesinin ve toplumsal emeğin alanı olarak kendi<br />
yasalarına göre kurumlaşan burjuva toplumuna ait olmuştu. Tam da bu<br />
süreçte “temsili kamu”dan “edebi kamu”ya geçiş vardır. Edebi kamu, tabi ki<br />
sadece burjuvazinin toprağında yetişmiş bir alan değildi. Bu kamu, prens<br />
sarayının temsili kamusuyla belli bir süreklilik ilişkisi arz eder. Burada<br />
okumuş orta sınıflar (şâir, aydın, yazar) burjuvanın öncüleri olarak akıl<br />
yürütmeler yapmış ve devlet aygıtını monarkın şahsi alanından ayırıp<br />
özerkleşmeyi sağlamaya çalışmışlardır. Böylece saraydan koparak şehirde<br />
karşı güç oluşturmuşlar; saraylı soylu toplumun kibar âlemiyle kurdukları<br />
iletişim vasıtasıyla bunu öğrenmişlerdir. Onlar sarayın kültürel, siyasal<br />
muhalifi olarak kahvehânelerde, sokaklarda ve çeşitli organizasyonlarda ilk<br />
153