Din Sosyolojisi - Anadolu Üniversitesi
Din Sosyolojisi - Anadolu Üniversitesi
Din Sosyolojisi - Anadolu Üniversitesi
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
ulunan dünyalar, 17. yüzyıldan itibaren umumun ortak yaşamında aleniyete<br />
(açıklık) kavuşmuşlardır. Aristokratların mâlikânelerinde, cemaatlerin kapalı<br />
duvarları arasında, kiliselerin arka bahçelerinde, emekçi sınıfın izbe<br />
mahallelerinde dışa kapalı dünyalar, net bir biçimde aleniyet kazanmaktaydı.<br />
Bu aleniyetin yanı sıra kamusal yaşam giderek artan bir dinamizm de<br />
kazanmıştı. Sosyal yaşamın rekabetçiliği ve ortak yaşamın genişleyen alanı<br />
özel yaşamın alanını giderek daraltmıştır. (Çaha, 1998: 75)<br />
Kamusal ve özel alanın tarihî sürecini anlayabilmek, Türkiye ve Batıda kavramın<br />
nasıl bir değişimden geçtiğini ve nasıl özgül koşullara bağlı olduğunu<br />
daha net görmemizi sağlar. Basit bir düşünüşle, kamusal alanın her dönemde<br />
olduğu fikrinden yola çıkarak kamusal alan kavramı tarih boyunca değişmez<br />
ve hep aynı mekan ve durumları tanımlayan bir fenomen olarak görülemez.<br />
Söz gelimi; Yunan düşüncesinde kahramanlık ve erdem, 18. yüzyılda burjuvazi<br />
kamusal alanın anlaşılmasında önemli tarihsel bağlamlardır. Yine ekonomik<br />
faaliyetlerin özel alanın konusu olup olmaması, farklı zamanlarda değişmiştir.<br />
Dolayısıyla bu konudaki tarihsel süreç, sürekli dikkate alınmalıdır.<br />
Yaşamın özel ve kamu alanları şeklindeki ayrımı, Antik kent devletlerinin<br />
ortaya çıkışından bu yana, birbirinden farklı biçimde varolmuşlardır. Bunlar<br />
hâne (ev, aile) ile siyasi alanlardır. (Arendt, 2000: 65) Buna karşılık modern<br />
zamanlarda kamusal, toplumların içinde bir alan hâline gelmiştir. Artık<br />
toplumlar nezdinde “herkes” veya “toplumlar arasında ortak” anlamında bir<br />
kamusal alan yoktu. Bilindiği üzere bu yeni durumda herkes, ulus-devlet<br />
olmaktaydı. Böylece toplumların sivil mutabakatına dayanan ve hak, özgürlük,<br />
adalet gibi değerlerle açıklanabilecek bir ortak alan kalmamıştır. (Aydın,<br />
2005: 113) Kamuyu ya da kamusal alanı devlete eşitleme anlayışının ortaya<br />
çıktığı nokta, biraz da burasıydı. Dolayısıyla kamusal alandaki farklılıklar ve<br />
sembollerin bir sorun olarak 20. yüzyıl boyunca ve hâlâ bugün tartışılmasının<br />
temelinde bu yatmaktadır denilebilir.<br />
Yukarıda anlatılan kamusal alanın tarihsel süreci kısmını yeniden gözden<br />
geçiriniz. Bu çerçevede tarihin farklı dönemlerinde kamusal alana eşlik eden<br />
temel kavramları yazınız.<br />
Kamusal Alan Kavramına Farklı Yaklaşımlar<br />
Kamusal alan kavramı üzerine bugüne kadar farklı tartışmalar yapıla gelmiştir.<br />
Kamusal alanın işleyişi, kamusal ilişkilerin düzenlenmesi ya da kamusal<br />
alan ilişkilerinin daha net anlaşılması bağlamında farklı yaklaşımlar söz<br />
konusudur. Şimdi bu yaklaşımları Seyla Benhabib’in Kamusal alan modelleri<br />
tasnifinden ve yaptığı tartışmalardan yola çıkarak kısaca ele alabiliriz.<br />
1- Hannah Arendt ve Agonistik Kamu Alanı<br />
Agonistik kavramı, Cumhuriyet ve sivil yaşamın erdem üzerine oturduğu<br />
geleneklerde ortak olan kamu anlayışı için kullanılmaktadır. Arendt, kamusal<br />
alan için agonistik görüşü benimsiyor görünmektedir. Agonistik görüş açısından<br />
kamusal alan, ahlâkî ve siyasal büyüklüğün, kahramanlığın ve seçkinliğin<br />
açığa çıktığı, gösterildiği ve diğerleriyle paylaşıldığı bir görünümler alanıdır.<br />
İnsanların tanınmak, üstün olmak ve itibar görmek için birbirleriyle<br />
rekabet ettiği, insânî diye nitelenen her şeyin geçici olmaması için güvence<br />
aranan yerdir. Bu ise, Yunanlılarda kent devletinin Romalılarda kamu işlerinin<br />
gördüğü işlev gibi, öncelikle bireysel hayatın geçiciliği ve boşunalığına<br />
karşı bir güvence ve kalıcılığa vurgu yapan bir alandır. Birleşimsel görüş<br />
155