Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
edici hale gelmesinin başlıca nedeni “siyasal” sözcüğünden kaynaklanmıştır; çünkü siyasal çıkarlar<br />
genellikle bir ulusun bir kısmının ya da belli kısımlarının çıkarları anlamına gelmektedir. Bu nedenle bir<br />
bilimin adı olarak “siyasal ekonomi” deyimi ulusun bütününün çıkarlarını ima ve telkin etmediği<br />
gerekçesiyle ve zamanla ekonomi kavramıyla yer değiştirmiştir. 1920’lere gelindiğinde yaygın olarak<br />
“ekonomi” kavramı kullanılır hale gelmiştir.<br />
Karl Marx ve Friedrich Engels’in “siyasal ekonomi” kavramlaştırması ise hem Smith ve Ricardo gibi<br />
klasik iktisatçılardan hem de sonraki kavramlaştırmalardan farklıdır. Klasik siyasal ekonomi yaklaşımı,<br />
emeği ekonomik değerin kaynağı olarak düşünen bir kurama dayanır. Marksist düşüncedeki siyasal<br />
ekonomistler ise kapitalist sistemde üretilen ekonomik değerin temelinin; bir başka deyişle “kâr”ın<br />
kaynağının emeğin sömürüsüne dayandığını belirtirler. Marx’ın temel eseri Kapital’in alt başlığı<br />
“Ekonomi Politiğin Eleştirisi” adını taşır. Marx, kitabının önsözünde amacının “modern toplumun<br />
ekonomik hareket yasasını ortaya çıkarmak” olduğu belirtir. Engels de bu kitap için yazmış olduğu bir<br />
tanıtım yazısında siyasal ekonominin “çağdaş burjuva toplumunun kuramsal çözümlemesi” olduğunu<br />
ifade eder.<br />
Ekonomik temel/üstyapı modelini kullanan siyasal ekonomi yaklaşımının ana hatları Marx’ın Alman<br />
İdeolojisi’ndeki ekonomi ve zihinsel üretim arasındaki temel ve üstyapı arasındaki karmaşık bağların,<br />
maddi üretim araçlarına sahip olan sınıf ile zihinsel üretim ve dağıtım arasındaki ilişkinin araştırılmasına<br />
dayanır. Marx’ın bu görüşlerinden çıkan bir ideoloji kavramına dayanan siyasal ekonomi yaklaşımı, kitle<br />
iletişim araçlarının kendilerini denetleyen ve sahipliğini elinde bulunduran sınıfların çıkarlarını<br />
meşrulaştıran bir yanlış bilinç ürettiğini ve bunu yaydığını ileri sürer.<br />
İletişim alanındaki siyasal ekonomik yaklaşımlar, genel olarak ulusal ve uluslararası olmak üzere iki<br />
alt bölümde de sınıflandırılabilir: (1) Ulusal siyasal ekonomi konularına eğilen yaklaşımlar, kapitalist<br />
iletişim sistemini ve etkinliklerini incelerler. Bu yaklaşımlar iletişim konusunda sosyo-ekonomik yapıya<br />
öncelik verirler. Bu bağlamda iletişim kurumlarının ekonomik yapısı, pazar ilişkileri, pazarın denetimi,<br />
tekelleşme, iletişim ürünlerinin üretimi ve dağıtımındaki ilişkiler, üretim biçiminin yapısı, iletişim<br />
alanında çalışanların örgütsel yapı içindeki yerleri, medya kuruluşlarının sahiplik yapısı gibi konuları<br />
araştırırlar. (2) Uluslararası ekonomik düzeni temel alan siyasal ekonomi yaklaşımları ise emperyalizm ya<br />
da yeni sömürgeciliğin genel iletişim yapısını incelerler. Bu yaklaşımla yapılan araştırmalar, iletişimle<br />
ilgili kurumsal ve teknolojik yapılarla ürünlerin ve ideolojilerin uluslar arasındaki transferi gibi konulara<br />
eğilirler.<br />
1960’lardan sonra dünyadaki siyasal atmosferde solun önem kazanmasıyla birlikte iletişim<br />
araştırmalarında da siyasal ekonomi yaklaşımı ağırlık kazanmıştır. Belli tarihsel üretim biçimlerine eğilen<br />
ve farklı üretim örgütlenmelerinin farklı dağıtım/bölüşüm kalıpları üreteceğini vurgulayan bu çalışmalar,<br />
daha çok kitle iletişim araçlarının örgütleri içindeki denetim yapılarını, denetimin dinamiğini, pazar<br />
baskısını, kültürün endüstrileşmesini ve kültürel egemenliği incelemişlerdir.<br />
1970’li yıllar ise haber üretimini yöneten endüstriyel mekanizmalar, kitle kültürü, uluslararası akış ve<br />
iletişim dengesizlikleri açısından tarihsel bir dönüm noktasıdır. 1960’lardan itibaren uluslararası arenada<br />
bağımsızlıklarına kavuşan eski sömürge devletleri, daha önceki sömürgeci ülkelerin kurdukları sömürgeci<br />
iletişim düzenine karşı savaş açmışlardır. Dolayısıyla iletişim araştırmaları 1970’lerden itibaren iletişimin<br />
uluslararası boyutuna değinmeye başlamıştır.<br />
Bu çerçevede anaakım iletişim kuramları, eski sömürge devletleriyle sömürgeci devletler arasındaki<br />
uluslararası ilişkileri, kalkınma, modernleşme kuramlarıyla değerlendirirken, Marksist yönelimli<br />
yaklaşımlar bu süreci kültürel bağımlılık, yeni sömürgecilik, kültürel emperyalizm gibi kavramlarla<br />
anlamlandırmışlardır. Bu araştırmalar, sömürgecilikten yeni-sömürgeciliğe geçiş ve bu geçişteki siyasal<br />
ve ekonomik yapı transferi ile teknoloji ve ürün transferinin bilinç üzerindeki etkilerine eğilmişlerdir. Bu<br />
arada ülkeler arasındaki ekonomik ve siyasal eşitsizlikler de kapitalizmi hedef alan kültürel emperyalizm<br />
söylemlerini güçlendirici bir etki yaratmıştır.<br />
Daha sonraları ise Murdock, Golding, Elliot ve Curran gibi araştırmacılar, ekonomik oluşumları ve<br />
süreçleri, sahiplik ve denetim konularına eğilerek incelediler. Murdock ve Golding, kapitalist<br />
ekonomilerde kitle iletişimi denetiminin iki düzeyde, kaynaklar ve işlemler düzeyinde olduğunu<br />
160