10.12.2012 Views

SE'ÂDET-İ EBEDİYYE - Hakikat Kitabevi

SE'ÂDET-İ EBEDİYYE - Hakikat Kitabevi

SE'ÂDET-İ EBEDİYYE - Hakikat Kitabevi

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Demek ki, çalışanların tevekkülü, sermâyeye güvenmemekdir. Bunun alâmeti<br />

de, sermâye elden giderse, kalbinin hiç sıkılmaması, rızkdan ümmîdi kesilmemesidir.<br />

Çünki, Allahü teâlâya güvenen bir kimse, hiç ummadığı yerden rızk göndereceğini<br />

bilir. Eğer göndermezse, benim için böylesi hayrlı imiş der.<br />

Böyle bir tevekkül elde edebilmek kolay değildir. Bir kimsenin bütün malı çalınır<br />

veyâ felâkete uğrayıp da, kalbinin hiç değişmemesi, herkesin yapacağı şey değildir.<br />

Böyle tevekkül eden pek az bulunur ise de, yok değildir. Böyle tevekküle<br />

kavuşmak için, Allahü teâlânın fazl, rahmet ve ihsânının sonsuzluğuna ve kudretinin<br />

kemâl üzere büyük olduğuna, kalbin tam inanması, yakîn hâsıl etmesi lâzımdır.<br />

Birçok kimseye sermâyesiz rızk gönderdiğini, birçok sermâyenin de, felâkete<br />

sebeb olduğunu düşünmelidir. Kendi sermâyesinin elinden gitmesinin, hayrlı olduğunu<br />

bilmelidir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir kimse<br />

geceyi, yarın yapacağı işleri düşünmekle geçirir. Hâlbuki o iş, bu kimsenin felâketine<br />

sebeb olacakdır. Allahü teâlâ, bu kuluna acıyıp, o işi yapdırmaz. O ise, iş<br />

olmadığı için, üzülür. Bu işim neden olmıyor. Kim yapdırmıyor. Bana kim düşmanlık<br />

ediyor diye arkadaşlarına kötü gözle bakmağa başlar. Hâlbuki, Allahü teâlâ,<br />

ona merhamet ederek felâketden korumuşdur). Bunun için, Ömer “radıyallahü<br />

anh”, (Yarın fakîr, muhtâc kalırsam hiç üzülmem. Zengin olmağı da, hiç düşünmem.<br />

Çünki, hangisinin benim için hayrlı olacağını bilmem) buyurdu.<br />

İkinci olarak, bilmesi lâzım olan şey, fakîrlikden korkmak, uğursuzluğa inanmak<br />

şeytândandır. Nitekim, sûre-i Bekaradaki 268.ci âyet-i kerîmede meâlen, (Şeytân,<br />

muhtâc hâle düşeceğinizi, size söz veriyor) buyruldu. Allahü teâlânın merhametine<br />

güvenmek, yüksek ma’rifetdir. Ummadık yerlerden, düşünmedik sebeblerle, bol<br />

rızk gönderdiği her zemân görülmekdedir. Fekat, gizli sebeblere de güvenmemeli,<br />

sebebleri yaratana sığınmalıdır. Tevekkül eden birisi, bir mescidde ibâdet ederdi.<br />

Mescidin imâmı, buna (Fakîrsin, bir iş tutsan iyi olur) dedi. Bu da, (Bir yehûdî<br />

komşum, hergün bana lâzım olan şeyleri gönderiyor) deyince, imâm: (Öyle ise,<br />

sen işini sağlama bağlamışsın, çalışmazsan zararı yok) dedi. Bu da, imâma: (Öyle<br />

ise, sen de, herkese imâm olmakdan vazgeç ki, yehûdînin sözünü, Allahü teâlânın<br />

sözünden üstün tutan, imâm olmağa lâyık değildir) dedi. Başka bir mescid imâmı<br />

da, cemâ’atden birine, (Nereden geçiniyorsun?) dedi, o da, (Dur! Önce senin arkanda<br />

kıldığım nemâzı yeniden kılayım) dedi. Ya’nî senin, Allahü teâlânın rızk göndereceğine<br />

inancın yok. Nemâzın kabûl olmaz, demek istedi. Böyle, tâm tevekkül<br />

eden, her zemân, hiç ummadık yerlerden rızklanmış, sûre-i Hûddaki 6.cı âyet-i kerîmenin,<br />

(Yer yüzündeki her cânlının rızkını, Allahü teâlâ, elbette gönderir) meâline<br />

îmânı kuvvetlenmişdir. Huzeyfe-i Mer’aşî, İbrâhîm-i Edheme hizmet ederdi.<br />

Sebebini sorduklarında, “Mekkeye giderken çok acıkmışdık. Kûfeye gelince,<br />

açlıkdan yürüyemez oldum. (Açlıkdan kuvvetsiz mi kaldın?) dedi. (Evet!) dedim.<br />

Hokka, kalem, kâğıd istedi. Bulup getirdim. Besmele ve (Her şeyde, her hâlde sana<br />

güvenilen Rabbim! Herşeyi veren sensin! Sana her ân hamd ve şükr ederim. Seni<br />

bir ân unutmam. Aç, susuz ve çıplak kaldım. İlk üçü, benim vazîfemdir. Elbette<br />

yaparım. Son üçünü sen söz verdin. Senden bekliyorum) yazıp, bana verdi ve (Dışarı<br />

git ve Allahü teâlâdan başka kimseden birşey umma ve ilk karşılaşdığın adama<br />

bu kâğıdı ver!) dedi. Dışarı çıkdım. İlk olarak, deve üstünde biri ile karşılaşdım.<br />

Kâğıdı ona verdim. Okudu, ağlamağa başladı. (Bunu kim yazdı?) dedi. (Câmi’de<br />

birisi) dedim. Bana bir kese altın verdi. İçinde altmış dînâr vardı. Bunun kim<br />

olduğunu sonradan, etrâfdakilere sordum. Nasrânîdir [ya’nî hıristiyandır] dediler.<br />

İbrâhîm-i Edheme bunları anlatdım. (Keseye elini sürme! Sâhibi şimdi gelir) buyurdu.<br />

Az zemân sonra, nasrânî geldi. İbrâhîmin ayaklarına düşüp, öpdü. Müslimân<br />

oldu.” Ebû Ya’kûb-i Basrî “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, “Mekke-i<br />

mükerremede on gün aç kaldım. Dayanamaz bir hâle geldim. Sokağa atılmış<br />

bir şalgam gördüm. Almak istedim. İçimden, sanki bir ses: On gün sabr etdin de,<br />

– 687 –

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!