10.12.2012 Views

SE'ÂDET-İ EBEDİYYE - Hakikat Kitabevi

SE'ÂDET-İ EBEDİYYE - Hakikat Kitabevi

SE'ÂDET-İ EBEDİYYE - Hakikat Kitabevi

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Hayvân istiyen biri, her ikisi de hayvân olduğu hâlde, at yerine koyunu istemez.<br />

Hâlbuki, hayvânlık ikisinde de aynıdır. Hayvânlık mertebesinde ayrılık yokdur. Büyük<br />

üstâd Behâeddîn-i Buhârînin “kuddise sirruh” sözüne ma’nâ verirken, gayrı<br />

olmak, hakkın başkası değil, matlûbun başkasıdır, demişsiniz. Bu, yukarıdakine uygun<br />

olmuyor. Her zerrede hakîkî mutlakın varlığı görülünce, matlûbun başkası nasıl<br />

olur ve nasıl nefy ve red olunur? Gayr kelimesine, kullanılana uymıyan, bir ma’nâ<br />

vermek de doğru değildir. Evet o büyük üstâd yalnız vahdet-i vücûdü tadanlardan<br />

olsaydı, sözüne ma’nâ aramanın yeri olurdu. Mubârek sözlerinde bulunan, Mutlak<br />

[ya’nî her bakımdan mahlûklara benzemiyen] kelimesi, (Lâ te’ayyün) ve<br />

(Gayb-i hüviyyet) mertebesidir. Çünki, hakîkî mutlak, her bakımdan tecerrüd ve<br />

tenezzüh ile, bu mertebeye uygundur. İşte bu yolun büyükleri, ilmin, ma’rifetin ve<br />

müşâhedenin yetişemiyeceği, böyle münezzeh mertebeyi istemeği men’ ediyor ve<br />

bunu taleb etmeği vakt öldürmek sayıyorlar. O hâlde bunun her zerrede görülmesini<br />

söylemek, ma’nâsız olur. Onda ayrılık olmayınca ve her görülen O olunca,<br />

Onun şevki ve talebi men’ olunur mu? Eğer murâd, vahdet mertebesi ise, bu<br />

mertebe, bir bakımdan mutlakdır. Her bakımdan mutlak olan, dahâ üstündeki mertebedir.<br />

O hâlde, vahdet mertebesine, hakîkî mutlak demek, uygun değildir. Matlûb,<br />

bundan sonradır ve sâlik, henüz yoldadır. Böylece, matlûbu bırakıp da, yolda<br />

kalmak, tam bir isteğe uymaz. Herne kadar bu te’ayyüne, müte’ayyinden başka<br />

demiyorlarsa da, te’ayyün, te’ayyündür. Himmeti, arzûsu yüksek olan, aldanıp<br />

burada kalmaz. Muhammed aleyhisselâmın yolunda yükselenler, bu yol, mahbûbluk,<br />

ma’şûkluk yolu olduğu için, burada kalmaz. Bu te’ayyünün, bütün eşyâ ile aynı<br />

olması ve gayrı olmaması sebebi ile, lâ te’ayyünün talebinden mahrûm kalmazlar.<br />

Fârisî beyt tercemesi:<br />

Dostun firâkı, az sürse de, az değildir,<br />

Gözde bir kılın bulunması çok ağır gelir!<br />

Süâl: Bu te’ayyün, müte’ayyinin kendisidir. O hâlde birini bulup görmek, ötekini<br />

bulmak, görmek olmaz mı?<br />

Cevâb: Bu te’ayyünü bulmak, Onu bulmuş olmak ise, niçin bunun üstünü aramakdan<br />

korkutuyor ve men’ ediyorlar. Demek ki, bu iki mertebeyi bulmak başka<br />

başkadır. O memnû’ oldu, bu ise men’ edilmedi.<br />

Süal: O mertebe bulunamaz ve kavuşulamaz olunca, niçin Ona âşık oluyorlar.<br />

Onu aramakla vakt gayb ediyorlar?<br />

Cevâb: Bu süâli kabûl edersek, cevâbımız şöyle olur ki, aşk ve muhabbet, insanın<br />

elinde değildir ki, aklın gösterdiği sebeblerle men’ olunabilsin ve sâdık olan âşık,<br />

kavuşulamıyacağı belli olan sevgilisini aramakdan vazgeçirilebilsin. Fârisî beyt tercemesi:<br />

Saçının kıvrımlarını pekçok seviyorum,<br />

Ele geçmezsin bilirim, yine de istiyorum.<br />

Zevallı âşıklar, sevgililerine kavuşmak için yanıp, kül olmak ister. Belki ismleri,<br />

nişânları unutulsun isterler. Ondan başkası ile râhat bulmazlar. Ondan ellerine<br />

birşey geçmezse de, azar işitseler de, red edilseler de, yine ma’şûku isterler. Şâ’ir<br />

bunu ne güzel anlatıyor. Fârisî beyt tercemesi:<br />

Elime geçmese eteğin bile,<br />

Başkasına bakmam, şekerim yine!<br />

Zevâllı âşıklara, sevgilinin, kendisini aradıklarını bilmesi se’âdeti yetişir. Bu bîçârelerin,<br />

ayrılık derdini çekdiklerini gördüğünü bilmeleri kâfî gelir. (Sen onu görmedin<br />

ise de, O seni elbette görüyor). Çok olur ki aşkdan maksad, dert ve gam çekmekdir.<br />

Kavuşmak hiç hâtıra gelmez. Bu aramak derdine, nasıl, vakt öldürmek de-<br />

– 960 –

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!