01.12.2012 Views

Adressiz Sorgular

Adressiz Sorgular

Adressiz Sorgular

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

geniş taraftar kitlesi toplayan teorilerin başında gelir. Örneğin, hareketi içinde önder konumunda olan<br />

biri mahkeme sorgusunda, "bütün bu yapılanlara karsı direnebilmek ve asılsız suçlamaları kabul<br />

etmeyerek direnişi sürdürmek, her geçen gün fizik olarak bu ağır güçlüğü göğüslemek (...)<br />

olanaksızlaşmakta idi" diyebilmiştir. Burada söylenenler, her ne kadar işkence gören birinin mahkeme<br />

önündeki masum bir işkence teşhiri gibi görünüyorsa da, gerçekte çözülmenin mazeret beyanı yoluyla<br />

teorileştirilmesinden başka bir şey değildir.<br />

Aslında bu fizik teorisinin özü, önce insanı biyolojik bir varlığa indirgeyip, sonra da sosyalist bilincin<br />

ve insan iradesinin dinamik rolünü küçümsemekten ibarettir. Aksi takdirde, insan ile hayvan, öncü<br />

savaşçı ile sıradan insan, tarihsel inisiyatif ile kölece boyun eğiş arasındaki fark nerede kalır? Halbuki<br />

tarihsel materyalizme içtenlikle inanan biri, işkence gibi özgül bir alanda bunun tam tersini, yani "insan<br />

direnişinin fiziksel bir sınırı yoktur" görüşünü savunur. Gerçi nesnel ve öznel koşulları olmadığında,<br />

ne kişiler ne de partiler salt iradi çabalarla ve keyfi olarak istedikleri ereklere ulaşamazlar, bu<br />

koşulların üstüne çıkamazlar. Ama tarihsel gelişmenin yasalarından ve nesnel gerçekliğin bilgisinden<br />

güç alıp, özgür iradesini ve tutkusunu bu doğrultuya yöneltmiş bir komünist için, insan direnişinin<br />

sınırları hiçbir zaman böylesine dar olamaz.<br />

Başka mücadele alanlarından oldukça farklı olan işkencede direnişin kendine özgü yasaları vardır.<br />

Doğa, insana, kalbin ya da beynin durması gibi belirtilerle ölçülebilen bir fiziksel ölüm sınırı koymuştur<br />

kuşkusuz. Bununla birlikte, bu ölüm sınırının yenilmeyle bir ilgisi yoktur; çünkü bilinç ve irade<br />

ölümü göze alıp –ölümü göze almak tamamen bunlara bağlıdır– o sınıra kadar dayanabilirse, insan<br />

fiziken ölür ama direnme mücadelesini de kazanmış olur. Dolayısıyla, işkencede direnişte belirleyici<br />

rol oynayan ne fiziksel yapı, ne günlerin sayısı, ne de işkencenin ağırlığıdır; aksine insanın bilinci ve<br />

iradesidir. Bunun için, doğanın insana şu noktaya kadar çözülmez, şu noktadan sonra çözülür, diye<br />

fiziksel bir sınır koyduğunu iddia etmek, son derece gülünçtür. Böyle bir mantık, daha bir tokat bile<br />

yemeden çözülenler ile ölünceye dek direnenleri açıklama gücünden yoksundur. Bu da, direnmeye<br />

fiziksel sınır koyanın doğa değil, öznel idealizmin ve bükülgen iradesinin hükmü altındaki küçük<br />

burjuvanın beyni olduğunu göstermektedir. Yoksa çözülmektense ölümü yeğleyip, en ağır işkencelere<br />

katlanan ve ölüm anına kadar yenilmeyen birçok devrimci bu teoriyi çoktan çürütmüşlerdir.<br />

İşkencede çözülmeyi, ideolojiden ve politikadan yalıtıp, insan fizyolojisine indirgeyerek açıklayan bu<br />

aynı kimseler, kendilerini mazur göstermek için gördükleri işkenceleri ürkütücü bir dille anlatırlar.<br />

Olumsuz anlamda "işkence edebiyatı" dediğimiz akım, işte, ortak özelliği karamsarlık ve yılgınlık olan<br />

bu anlayış sahiplerinin ürünüdür. Mahkeme sorgu ve savunmalarında, belge ve anı kitaplarında,, siyasi<br />

dergilerde ve yenilgi artığı yazarların yapıtlarında bunun örnekleriyle sık sık karşılaşırız. Bunların<br />

hemen hepsinde de, işkence, korkunç bir ışık altında, onu yaşayanı da yaşamayanı da ürkütecek ve<br />

yılgınlık aşılayacak tarzda anlatılır. İşkence odasında yalnızca dehşet, ölüm ve kan görülür. Ve işkenceci<br />

karşı konulamaz, yenilemez bir canavar iken, işkence gören boynundaki tasmayla çekildiği her<br />

yana sürüklenebilen zavallı bir yaratıktır sanki.<br />

Bu tür literatür, kendine tip olarak itirafçıları, dönekleri, çözülenleri seçer; tema olarak işkencede<br />

direnmenin imkansızlığı fikrini işler, insanı küçültür ve bayağılaştırır. Tabii bunlar okuyucuda korku,<br />

tedirginlik, kendine güvensizlik ve panik yaratmaktan başka bir işe yaramaz. Aslında, bu, eline geçirdiği<br />

devrimciyi, önce işkencenin dehşetiyle korkutup kendisine güvenini sarsan, sonra da onu manen<br />

yıkmaya ve çözmeye çalışan polisin yaptıklarıyla çok yakın bir benzerlik içindedir.<br />

Kuşkusuz insan bedenine ve ruhuna akıl almaz eziyetler yapan, bunu haftalarca, hatta aylarca sürdüren<br />

cellatların yaptıklarında dehşet verici, ürkütücü birçok yan vardır. Bu korkunç işkenceler karşısında,<br />

iradesini kullanamayıp, bildiği son şeye dek çözülen ve polisin elinde bir oyuncağa dönüşen zavallı<br />

kurbanlar da yok değildir. Ama bunlar işkence odasındaki gerçeğin sadece bir yanıdır. Diğer yandan,<br />

en ağır işkencelere uğramasına karşın, ağzını bile açmadan, granitten bir kaya gibi sağlam durarak,<br />

sakladığı sırlarını işkencecinin asla ulaşamayacağı bir yükseklikte tutabilen devrimciler de vardır. İşte<br />

bu noktada, en zalim işkencecinin bile üstünlüğü tükeniverir; ondan sonra canavarın çaresizlik, acizlik<br />

ve yenilgi krizleri başlar. Hiddetle indiği kafanın üzerinde, köpükten yapma bir canavar gibi, tuz buz<br />

olur o zaman işkenceci. Dolayısıyla, gerçeğin bu yüzünü göstermeyen, görmezden gelen her literatür<br />

ikiyüzlü ve korkaktır, üstelik doğrudan işkenceciye hizmet eder. Üreten, savaşan, yaratan, eskimiş<br />

11

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!