Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
yürümek zorunda kalıyordum. Polisler zayıflığımdan da hareketle "tabut kapağı" adını taktılar bana.<br />
Artık böyle sesleniyorlardı.<br />
Nedenini anlayamadığım halde, her nedense, ölümüm yaklaşmış gibi hissetmeye başladım kendimi.<br />
* * *<br />
Sabahleyin, "kalk gidiyoruz," dediler. Durumumun kötüleşmesi üzerine tekrar hastaneye götürecekleri<br />
anlaşılıyordu. Şube'den arkadaşlarımı görmeden gitmek istemiyordum aslında. Ama başka çarem<br />
yoktu.<br />
Önce Selimiye'deki Sıkıyönetim Komutanlığı'na uğradık. Polisler hastaneye götürmek için buradan<br />
izin alıyorlardı. Gerekli izin alındıktan sonra bu kez eskisine değil, Haydarpaşa Askeri Hastanesi'ne<br />
götürdüler. Ölüm orucunun son yarısının geçtiği yerdi burası. Fatih'i ve Aysel'i hatırladım kederle. Ve<br />
ana kapıdan içeri girerken derin bir iç geçirmeden edemedim.<br />
Hastane başhekimi kabul etmek istemedi beni önce. Ölmem durumunda sorumlu olmak istemiyordu<br />
belki de. Doktorların ısrarı üzerine, başımda bayan polisler beklemek koşuluyla kabul etti sonunda.<br />
Koridor nöbetçi askerler tarafından korunuyordu.<br />
Doktorlar, ilk muayeneden sonra çeşitli filmler çektiler. Telaşla geri döndüler biraz sonra. Yaralarıma<br />
baktılar, hepsi de mikrop kapmış Şube'de. Yaralardaki agrafları çıkarırken, agraf takan doktora<br />
küfrediyorlardı. Çok kötü takılmış...<br />
Ne sağ kolumu kullanabiliyordum, ne de yardımsız yataktan doğrulabiliyordum. Ortopedi doktoru<br />
köprücük kemiğimin kırık olduğunu söyledi. Kemikler kaynamaya başladığından alçıya alma zamanı<br />
da geçmişti artık. Canımı ağzıma getiren acıdan vazgeçtim, egzersiz yapmazsam kemik eğri kaynayıp<br />
sinirleri büzer ve kolumun sakat kalmasına neden olurmuş.<br />
Kolumu kıpırdatmak bile canımı yakıyor ama onca acıya katlanıp egzersizleri yapıyordum gene de.<br />
Ağrı, kol ve omuzlarımdan yukarı ağarak beynimde toplanıyor ve sanki bir burguyla beynimi deliyordu.<br />
Doktorun verdiği ağrı kesici ilaçların pek faydası olmuyordu. Bağırmak istiyor, bağıramıyordum.<br />
Gururuma yediremiyordum bağırmayı çünkü. Doktorun gösterdiği egzersizleri yapmam ve<br />
omuzlarımı mümkün olduğunca dik tutmaya çalışmam günlerce sürdü. Şube'de işkence olarak yapılan<br />
askı, kollar yukarıda bekletilmek gibi şeylerin bir benzerini benim gönüllü olarak yapmak zorunda<br />
kalmam ne tuhaftı.<br />
Günlerim acı çekmekle geçiyordu. Zorlana zorlana da olsa pencereye kadar gidip dışarıyı seyrediyordum.<br />
Ağaçlar yemyeşildi ve etraf rengârenk çiçeklerle kaplıydı. Hava güneşliydi. Ama dışarıyı seyretmek<br />
mutluluk vermiyordu bana.<br />
Aklım Şube'deydi. Şube'deki arkadaşlarımdaydı...<br />
* * *<br />
Sıkıyönetime teslim edilmeden bir gün önce Şube'ye götürmek için geldiler tekrar. Yollar ne kadar da<br />
kalabalıktı. İnsanlar apartmanların balkonlarında baharın tadını çıkarıyorlardı.<br />
Vardığımızda arkadaşlarımın biraz önce Selimiye'ye götürüldüğünü söylediler. Canım çok sıkıldı bu<br />
habere. Onları göremeyecektim. Oysa bunun hayalini kurmuştum günler boyunca.<br />
Beni bir odaya aldılar. Polisler sandalyelere dizilmişlerdi. Merak edip dışarıdan gelenler de vardı. İfademi<br />
alıp hemen göndermek istedikleri belliydi. İfade verip vermeyeceğimi sordular. Daha önce ifade<br />
vermemiş ve tutanakları imzalamaktan imtina etmiştim. Ama artık bu aşamada ifade vermemenin benim<br />
için fazla bir önemi kalmamıştı. Esas olan sır vermemek ve suya sabuna dokunmayan bir ifadeyle<br />
yetinmekti. İfade vereceğimi söyledim.<br />
180