Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
kendi imzam değil" diyerek teselli etmeye çalışıyordum.<br />
Sorunun cevabını çok sonraları tahmin edebildim. Herhalde o yarım teksir kağıdı, 20 Kasım 1981'de<br />
gözaltına alındığımı gösterir belgeye dönüştürülmüştü.<br />
İnsan dikkatini bir yöne yoğunlaştırdıkça, bazı şeyleri gözden kaçırma olasılığı artıyor. Ayrıca uzun<br />
süre o koşullarda kalmak da beynin dinamizmini azaltıyor olabilir. Bu nedenle, her yeni durumda,<br />
"bunun arkasında ne var," sorusunu hatırlamanın yararlı olacağına inanıyorum.<br />
EMNİYET SARAYI'NDA<br />
İstanbul'dan Ankara'ya, başlarında 2'nci Şube müdürü olduğu söylenen bir adamın bulunduğu ekip<br />
tarafından getirildim. Yolda, ekip başı olan komiser:<br />
– Yahu Sezai... diye konuşmaya başlıyordu. Ben hemen düzeltiyordum.<br />
– Herhalde bana söylüyorsun. Ama benim adım Yakup.<br />
– Yahu senin adının Sezai olduğunu biz de biliyoruz, sen de biliyorsun. Ne olacak sanki ismini kabul<br />
etsen. Şunun şurasında sohbet ediyoruz. Hem başka şeyleri kabul etme, ama ismini niye kabul<br />
etmiyorsun? İsmini kabul etmeyince seni bırakacak değiliz ya!<br />
İsim tartışması Emniyet Sarayı'na gelince de tekrarlandı. Beni Sezai Ekinci ismiyle kaydetmek istediler.<br />
İtiraz ettim. Bunun üzerine beni yeniden 2'nci Şube Müdürü'nün odasına götürdüler. Durumu anlattılar.<br />
Bazı tehditlere karşın, Yakup Bıyık isminde ısrar etmem üzerine kaydımı Yakup Bıyık olarak<br />
yaptılar. Parantez içerisinde de Sezai Ekinci diye yazdılar.<br />
Ankara'ya geldiğimde, geride kalan 109 gün benim için büyük bir koz idi. İşkencecilere benden işkence<br />
ile ifade alamayacaklarını söyledim. Ve kısa süre sonra buna kendileri de "ikna" oldular.<br />
Altıncı gece beni beşinci katta bulunan bir odaya götürdüler. Yaşlı anamı, babamı ve yeğenimi getirmişlerdi.<br />
Babam ve yeğenim üzgün ama soğukkanlıydılar. Anam ise adeta yıkılmış bir haldeydi.<br />
Üçüyle de kucaklaştım. Odada bulunan komiser muavini Satılmış Aksoy:<br />
– Bundan sonra senin sorgunu ben yürüteceğim. Söz veriyorum, bundan sonra sana en ufak bir fiske<br />
bile vurulmayacak. Bir ifade ver, seni cezaevine yollayalım artık.<br />
– İsmimi kabul ederim, ifade veririm. Ama kabul edemeyeceğim şeyleri dayatmaya kalkışırsanız ifade<br />
vermem. Bunca acıya boş yere katlanmadım.<br />
Şimdi düşünüyorum da, o zaman ifade vermeyi kabul ettiğim için üzülüyorum. "Emniyet macerası"nı<br />
başladığım güzellikle bitirmeliydim. Benim durumum ifade vermemeyi, ismimi kabul etmemeyi gerektiriyordu.<br />
1977 yılı sonlarındaki bir haftalık kısa deneyi saymazsak ilk defa böyle zorlu bir sınava girmiştim.<br />
Gerçi o güne kadar yaşanmış direniş örnekleri benim için büyük bir hazineydi. Ama şu anda anlıyorum<br />
ki bazı şeyleri gözden kaçırmış, iyi anlayamamıştım.<br />
Gerçi ifadede ne kendim, ne de bir başkasının aleyhine delil olabilecek bir şey yoktu. Ve güya, "Komünistler<br />
görüşlerini her platformda savunurlar" ilkesinden hareket etmiştim. Ama böylece esasında,<br />
ifade vermeyi reddederek işkenceyi ve işkencecileri protesto etme görevini eksik bırakmış oluyordum.<br />
Gözaltında bulundurma süresinin yasal olarak 45 güne indirildiği günlerde, ben 27 gün de Ankara<br />
Emniyet Sarayı'nda kaldıktan sonra (toplam 136 gün) cezaevine gönderildim.<br />
129