Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Arabadan indirilir indirilmez etrafım polislerce çevrildi. Bileklerim arkadan sıkı sıkıya bağlandı. Gözlerim<br />
sert deriden yapılmış bağla kapatıldı. Kapıdan girişte meydan dayağına başladılar. Her bir ağızdan<br />
değişik ulumalar duyuluyor. "Ulan... Yine sen mi geldin?", "Bu defa elimizden kurtulamazsın",<br />
"Bunu bana bırakın", "Tam sopa atılacak biri", "Çoktandır elim kaşınıyordu. Elime son zamanlarda<br />
böylesi düşmemişti". Bu sesi tanıdım. Daha önce 1980'de gözaltına alındığım dönemde yapılan işkence<br />
seanslarından anımsıyorum bu sesi.<br />
Gözlerim bağlı. Her taraftan yumruk, tekme, cop gelişigüzel vücuduma iniyor. Ne zaman, nereden<br />
vurulacağını kestiremiyorum. Her vurduklarında bir başka yöne yuvarlanıyorum. Her darbede yere<br />
düşmemeye dikkat ediyorum. En zor anımda dahi yere düşmemeye çalışıyorum. Burnumun üzerinden<br />
sıcak sıcak akan, dudaklarıma doğru süzülen ıslaklıkları farkettim. Bu gözyaşı değil, olamaz da.<br />
Çünkü gözlerimden yaş akmıyor. Fışkırırcasına yüzümün her tarafına dağılan bu sıcaklık kan.<br />
İşkencecilerin ilk saldırısı çok önemli: En pervasız, acımasız, gaddar saldırılarıyla şok etkisi yaratıp,<br />
teslim almak, etkilemek istiyorlar. Bu başlangıç bir ön antrenman, bir ısınma hareketi olarak kabullenilmeli.<br />
Bu ilk seanslarda gösterilecek tavır ve davranışlar daha sonraki seansların nasıl geçeceğini de<br />
belirleyip, işkencenin dozajında barometre görevi görüyor. Bunu, gerek daha önceki kendi deneyimimden,<br />
gerekse işkence görmüş yoldaşlarla sohbetlerden hatırlıyorum. İlk işkence darbelerinin acısı<br />
yavaş yavaş vücuduma yayılmaya başlıyor. Ama direnmeliyim.<br />
İşkencecilerde ise korku var her zaman. Korku daha da saldırganlaştırıyor onları.<br />
Sürüklercesine bir odaya götürüp, sandalyeye arkadan kelepçeleyerek oturtuyorlar. Polis arabasına<br />
alındığımdan beri sürekli nasıl yakalandım, yalnız mıyım diye düşünüyorum. Yoldaşlarım geçiyor<br />
kafamdan. Bu düşünceler, sorular çok seri olarak beynimde yankılanıyor. Bir yandan acil olarak bu<br />
yakalanışı irdelemeye çalışıyorum.<br />
Odaya gelişimden beş-on dakika sonra ayak sesleri birdenbire hızlandı. Koşuşturmalarından olağanüstü<br />
bir durum olduğu anlaşılıyor. Kalabalık bir halde odaya doldular. Sevinç çığlıklarından birini<br />
getirdikleri belli. Bağırışına, küfür ve ayak sesleri arasında bir öksürük sesi... Ben de duyuyorum. Yaşar<br />
yoldaşın öksürük sesi bu. Tanıyorum. Daha sonra gördüğüm "Kara" lakabıyla anılan ince yapılı,<br />
orta boylu, esmer, ince yüzlü, gözlüklü, gözünde tik olan veya hafif şaşı komiser ya da başkomiserin<br />
sesi duyuluyor. "Nihayet elime düştün, ölüme hazır mısın? Öldüreceğim seni," demesine kalmadan<br />
Yaşar yoldaş, coşkulu ve gür sesiyle odayı çınlatıyor. "Vurun! Sizden korkmuyorum!.. " "Al öyleyse"<br />
sözüyle birlikte üç el silah sesi odayı çınlatıyor. "Böyle geberirsin işte."<br />
Silah sesleriyle birlikte dünya başıma yıkıldı. Hiçbir şey duymuyorum, hissetmiyorum. Yaşam durdu.<br />
Atan yürek atmaz oldu. Kurşunlar sanki bana sıkıldı. Ah! Can yoldaşımı vurdular! Ah! Beni vursalardı<br />
onun yerine... Bu düşünceler içindeyken komiserin sesi: "Sen de gebereceksin." Bir el de bana sıktı.<br />
Kendimi kontrol ettim. Acı duymadım. Yaralı olmadığımı anladım. Ekip şefi çılgınca çığlıklar atıyor,<br />
bağırıyor. "Yok öyle hemencecik kolay ölüm. Daha çok çekecesiniz. Sonra öldüreceğiz."<br />
Hayli zaman sonra bulunduğumuz yerden alınıp, teşhis yapılan aynalı odaya götürdüler. Bizim de<br />
götürülmemizle dört kişi olduk. Başımızda nöbet tutan polisler sık sık gelip copla kafama, sırtıma,<br />
Kollarıma, ellerime, diz ve ayak kemiklerime güçlerinin yettiğince vuruyorlar. "Bağır lan, bağır da<br />
vurmayayım. Bırakayım." Bağırırsam bunu zaafım olarak görecekler. Bu nedenle bağırmıyorum.<br />
Biraz daha vurup bırakıyorlar. Sonra sırasıyla diğer arkadaşları dövmeye başlıyorlar. Odada bulunduğum<br />
süre içinde ellerim arkadan sıkı sıkıya bağlı vaziyette bekliyorum. Bileklerimdeki kelepçeler arkadan<br />
sandalyeye bağlı durumda. Omuzum ve kafam arkaya eğik vaziyette duruyor. Bu durumda gece<br />
gündüz dövdüler, işkence yaptılar. Akşamüzeri şefin odasına götürdüler. Resimlerimi gösterdiler.<br />
"Bunlar senin resimlerin ve adın A. Kepeneklioğlu. 1980'de de geldin. Seni tanıyoruz." Masasında<br />
bulunan TİKB'nin resim albümünü önüme attı. "Aç bak resimlere. Gözlerini açın. Kendisi baksın."<br />
Daha önce çektikleri resimleri gösterdiler. "Bu resimleri tanımıyorum. Benim ismim Kadir Avcı. Daha<br />
önce buraya gelmedim. Bu resimler bana benzeyebilir. Ama benim değil" demem üzerine, ağız dolusu<br />
159