You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
– Ne var ulaan... diye bağırıyor.<br />
– Kan işiyorum...<br />
– Bana ne kan işiyorsan, geber! diye vurmaya başlıyor yine.<br />
Ve gardiyan daha yerine ulaşmadan bunca cop yemesine rağmen kapıyı tekrar vuruyor. Aralarında bir<br />
konuşma geçti bu kez. Kulak kabartıyorum, seslerini net alamıyorum. Bir saatlik bir zaman geçiyor<br />
mu geçmiyor mu bilmiyorum, onu iki kişi alıp gitti. Arkasından bağırmak istiyorum "bu kan emicilere<br />
bir şey verme" diye, bağıramıyorum. O gece sabaha kadar gözlerim kapıda kaldı ne zaman getirecekler<br />
diye, ama getirmediler...<br />
Her sabah erkenden beni alan işkenceciler, o gün erkenden almadılar. Saatler öğlene yaklaşırken<br />
"Foto" (Foto bir işkencecinin kod adı) iki kişiyle geldi. Kapıyı açıp gözbağımı bağladıktan sonra, büyük<br />
bir iştahla:<br />
– Oğlum, sen diren... diren... diye alay ediyor.<br />
Eyvah! Bu boşuna böyle iştahlı iştahlı konuşmuyor, "acaba çözüldü mü, yoksa yeni yakalanmalar mı<br />
oldu?" Bazı isimler aklıma geldikçe yüreğim güm güm diye atıyor, kabullenemiyorum. "Yok yok, onlar<br />
hareketimizin bugünlerde ihtiyaç duyduğu yoldaşlar, yakalanmaları iyi olmayacak". Şimdi kafamda<br />
hep bunlar var, düşündükçe de kinleniyorum.<br />
Yukarı çıkarıp koridorda yüzüm duvara dönük bekletiyorlar. Az sonra biri, saçımdan tütüp kafamı<br />
duvara vuruyor, yetmiyor kalasla sırtıma sırtıma indiriyor, sanki öç alma peşinde. Hırsı inince çekip<br />
gidiyor. Epeyce bir süre koridorda kaldıktan sonra, sessiz bir şekilde kolumdan çekip götürüyorlar.<br />
Burası işkence odası denen yer. Soyuyorlar yine. Askı, falaka, soğuk su seansları başladı. Kendimi<br />
işkencecilere karşı öylesine kinlendirmişim ki, Onların bağırtıları artık bana sinek vızıltıları gibi geliyor.<br />
Yapılan işkenceleri hissetmiyorum bile. Kendimi işkence acılarından uzak, sınıf mücadelesinin<br />
çeşitli kesitlerinde buluyorum.<br />
24 Aralık 1979, önceden planladığımız gibi Maraş katliamını protesto için bir günlük grev hazırlığındayız.<br />
Sabah 7 vardiyasında fabrikaya gidiyoruz. Bölümleri tek tek dolaşıp konuştuktan sonra, o ortalığı<br />
gürültüye boğan makine sesleri, şalterlerin indirilmesiyle yerini derin bir sessizliğe bırakıyor. Faşist<br />
katliamı protesto eden pankartlar asılıyor, duvarlara yazılar yazılıyor. Bütün işçiler eylemin coşkusu<br />
içindeler. Belki içlerinde birçoğu, ekonomik ve demokratik hak alma dışında hiçbir politik olayın<br />
içinde yer almamıştır ve hep kendisi için savaşmıştır. Ama bugün, yalnız kendisi için savaşmak bir<br />
işçiye yetmiyor artık. Kendi kurtuluşu için, tüm toplum için savaşması gerektiğinin bilincine varmanın<br />
sevincini yaşıyorlar. Makinelerin başında toplanmış, olası bir saldırıya karşı nasıl bir silah kullanacaklarını<br />
tartışıyorlar.<br />
Telefonlar açılıyor idareye, "eylemimiz hiçbir hak alma eylemi değil, K. Maraş faşist katliamını protesto<br />
için, saat 17:00'ye kadar sürecek. En ufak bir saldırı hazırlığında fabrikayı yerle bir eder yakarız".<br />
İdare, sessiz sessiz telefonu kapatıyor. Revizyonist DİSK yöneticileri ve sıkıyönetim albayının bozguncu<br />
tavır ve tehditleri, işçileri bu haklı ve yapılması gereken eylemden alıkoyamıyor. Sıkıyönetim<br />
albayı, saat 17:00'de askeriyle birlikte içeriye girmeye çabalıyor, ama işçiler dalga dalga bir sel gibi<br />
baraj olunca, fabrika yöneticileri albayı geri çekiyorlar, "biz fabrikamızı yakmak istemiyoruz albayım"<br />
diyerek. Yöneticiyi çağırıyoruz, "siz 15:00 vardiyasını getirmediğiz için 17:00'de çıkmadık. 23:00<br />
vardiyasının gelmesi için servisleri gönderin, biz fabrikanın boş kalmasını ve içimizden birçok arkadaşımızın<br />
çıkışının yapılmasına göz yumamayız", işveren "tamam" diyor ve servisler 23:00 vardiyasını<br />
getiriyorlar. İçeri giren işçiler, eylemden çıkan işçileri alkışlar içinde uğurluyorlar. Hepimiz de engin<br />
bir sevinç; bir coşku içinde evlerimize dönüyoruz. Sabah işe giderken yolda Ataman yoldaşı görüyorum,<br />
elini boynuma dolayarak o tok ve sevecen sesiyle "proletaryanın eylemi nasıl geçti, anlat bakalım"<br />
diyor. Yürüye yürüye servise doğru giderken anlatıyorum kendisine. "Proletarya dedin mi böyle<br />
144