Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Bu odada yurdun dört bir yanından kalp ameliyatı için gelmiş hastalar yatıyorlardı. İçlerinde yaşlı<br />
kadınlar kadar, çocuklar da vardı. Bazen inleme seslerini duyunca acılarımı unutup onların haline<br />
üzülüyordum. Ölenler olduğunda sedyeye yerleştirip morga taşıyorlardı sessizce.<br />
Bazı hastalar, bana, yakın ve sıcak davranıyorlardı. Hasta kadınlardan birinin eşi ziyaretime gelmek<br />
istedi. Ama polisler "çek git buradan başına bela mı arıyorsun," diye bağırarak, içeri girmesine engel<br />
oldular. Hele içlerinde bir süre önce ameliyat olmuş yedi-sekiz yaşlarında bir oğlan çocuğu vardı ki,<br />
çok sevimliydi. Hastanenin maskotu gibiydi. Girip çıkmadığı oda yoktu. Tommiks, Teksas gibi resimli<br />
dergileri gömleğinin altına saklayıp odama geliyor ve okumam için bana veriyordu. Üzülmesin diye<br />
okuyormuş gibi yapıp bir süre sonra geri veriyordum. Odaya her girişinde dergileri silah gibi yapıp<br />
polislere doğrultarak, "Eller yukarı! Ablayı serbest bırakın," diyordu. Başımdaki "insancıl" polislerse<br />
çocuğu pek sevmiyor, bazen odadan kovuyorlardı.<br />
Kapıdan uzanıp "Başlarını ezeceğiz" diye bağıran hastalar da yok değildi. Böylelerinin ilgisi polislere<br />
idi. Destekleyici sözler söylüyor, sigara ikram ediyorlardı onlara. Yanıma gelmiyorlardı, gelseler cevaplarını<br />
verirdim tabii.<br />
İyileşiyor gibi görünüyordum ama gerçekten öyle miydim bilemiyordum. Yavaş bir tempoyla da olsa<br />
kitap okuyabiliyordum. Polislerin engelleme çabalarına rağmen bazı doktorlar, hemşireler ve hastalar<br />
okumam için kitap getiriyorlardı. Okumakta zorlanıyordum. Çoğu kez sayfanın ya da paragrafın başına<br />
tekrar dönmek, okuduğumu bir daha okumak zorunda kalıyordum. Ama zamanı yenmek ve acılarımı<br />
unutmak için okumaya ihtiyacım vardı. Okuduklarımdan biri George Orwell'in "1984"ü, bir diğeri<br />
de 1930'larda Amerikan gangster sendikacılığını anlatan bir romandı.<br />
Çocuk birkaç gün odama uğramayınca merak edip sordum. Öldüğünü söylediler. Koridorda koşarken<br />
düşüp ölmüş... Yüzü bütün gece gözlerimin önünden gitmedi. Tanıdığım diğer hastaların ölümü bu<br />
kadar derinden etkilememişti beni. Önümdeki çiçek tarhından bir gül koparılmış gibi algıladım çocuğun<br />
ölümünü.<br />
Sırtımdaki kurşun yaralarına her gün düzenli olarak pansuman yapılıyordu. Günde iki kez de penisiline<br />
ve başka ağrı kesici iğnelere katlanmak zorundaydım. Sabahları çekilen ciğer filmleri ile akciğerlerimin<br />
durumu kontrol ediliyordu ayrıca. Bir hafta sonra göğsüme taktıkları dreni çıkardılar. Bu kadar<br />
hızla iyileşmem doktorları bile şaşırtıyordu. Ama ciğerlerimin, bu haliyle, tüberküloza ya da zatürreeye<br />
yakalanma olasılığı fazlaydı. "Yaralanışımdan on gün sonra ağrı kesici iğnelere ara verdiler. İğnelerin<br />
kesilmesiyle birlikte sağ böğrümde, boynumda, omuzlarımda ve kolumda önceden fazla hissetmediğim<br />
ağrılar belirdi. Sağ kolum uyuşuktu ve zorlukla kullanabiliyordum. Falaka atsalar ancak<br />
bu kadar ağrı duyardım herhalde. Bunların felç belirtisi mi olduğunu, yoksa kapanmış yaralardan mı<br />
kaynaklandığını ne ben bilebiliyordum ne de doktorlar. Doktorlar iç organlarımdan şüphelenerek çeşitli<br />
filmler çektiler. Filmlerde bir şey görülmediğini söyleyerek, merdivenlerden atıldığım sırada lif<br />
kopması olabileceği tahmininde bulunmakla yetindiler. Kemiklerimde kırık olabileceği akıllarına bile<br />
gelmedi.<br />
Bundan bir süre sonra sırtımdan batırdıkları iğneyle akciğerlerimde birikmiş kanları çektiler. Çektikleri<br />
kan bir sürahi dolusu kadar vardı. Ben sona doğru öksürmeye başlayınca bıraktılar. Ciğerlerde<br />
yırtılmaya neden olabileceğinden tehlikeliymiş öksürük. Söylediklerine bakılırsa aldıkları kanın üçte<br />
biri kadarı hâlâ içerideydi. Boynuma kadar uzanan kan dolu bir çukura gömülmüş gibi hissediyordum<br />
kendimi.<br />
Göğsümdeki dren yarası çok derindi. Dikiş günlerce önce söküldüğü halde bir türlü kapanmıyordu bu<br />
yara. Son çareyi agraf takmakta buldular. Doktor, elindeki küçük demir kancayı yaranın üzerine takıp<br />
sıkıştırmaya başlayınca, acıdan bağırmamak için dişlerim batıncaya kadar dudağımı ısırdım. Kancayı<br />
sıkıştıran doktor, tahta sıkıştıran bir marangoz kadar rahattı oysa.<br />
Bir yere götürmek için hazırlık yapıyorlardı sanki. İşkence timinin beni almak üzere geleceği gün<br />
yaklaşıyor olmalıydı.<br />
175