01.12.2012 Views

Adressiz Sorgular

Adressiz Sorgular

Adressiz Sorgular

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

profilden, gözlüklü, gözlüksüz fotoğraflar çekiyordu. Orta boylu, kalın yapılı ve hayvan gibi kuvvetli<br />

bir adamdı. Filmlerdeki cellat tiplerine çok benziyordu. Kimliğimi sorup doğru yanıt alamayınca karnıma<br />

öyle okkalı bir yumruk indiriyordu ki, ciğerlerim ağzıma geliyordu sanki. Her defasında da tekrarlıyordu<br />

bunu.<br />

Hele içlerinde lümpenlikten gelme biri vardı ki, tam baş belasıydı. Polis olmadan önce balıkçıymış.<br />

Nöbetçi olduğu zamanlarda gündüz, gece ya da uyurken kapımı açıp adımı soruyor, istediği yanıtı<br />

alamayınca her defasında bir mikropluk yapıyordu. Elleri belinde, başı arkaya kaykılmış vaziyette<br />

"adını kabul edeceksin, kabul edeceksin...", "daha altmış gün buradasın" diyordu. Ya da "Otuzbeş<br />

yaşına gelmişsin, teröristliği bırakıp niye TKP'li olmuyorsun?" diye soruyordu. Ama sonunda bu mikropla<br />

baş etmenin bir yolunu buldum: O bana adımı sorunca, aynı soruyu ben de ona soruyordum. O<br />

zaman küplere biniyor, üzerime saldırıyor, saatlerce zıplayıp duruyordu. Zaafını keşfetmiştim: Adını<br />

öğrenmemden korkuyordu. Bunu, Şube'den çıkacağımız gün, kuzu gibi olmakla kalmayıp, bana yağ<br />

çektiğini görünce daha iyi anladım.<br />

Hücrede en fazla karşıma çıkan düşmanım geçmek bilmeyen zamandı. Kımıldamak nedir bilmiyordu;<br />

karanlığa çakılıp kalmış, yolunu şaşırmış sanki. Yaşamım boyunca hep ardından koştum. Ama şimdi<br />

arkasından itiyorum gitmiyor, önünden çekiyorum gelmiyor. Kapının ardına attığım çizikler o kadar<br />

yavaş çoğalıyorlar ki! Ama tecrübelerim bana şunu öğretti: Boşta durmak, işkenceyi beklemek ve<br />

kendini kapıp koyuvermek çok tehlikeli! Bunlar korku ve karamsarlık üretiyorlar... Seni güçten düşürüyorlar.<br />

Onun için, dışarıdaki gibi yaşamaya, günümü dolduracak işler bulmaya çalışıyorum. Volta<br />

atmak, türkü söylemek, teorik ve pratik sorunlar üzerine düşünmek gibi. Veya doğa ve tarih üzerinde<br />

gezintiler yapmak, hatırlayabildiğim kadarıyla Dante'yle birlikte yolculuğa çıkmak, Faust'la beraber<br />

dolaşmak... Hayalimde canlandırarak satranç oynamayı bile denedim. Ama birkaç hamleden öteye<br />

gidemedim, hamleler birbirine karıştı.<br />

Sonunda, satranç oynamanın yolunu da buldum. Kantincinin sabahları getirdiği ekmek sıcak oluyordu<br />

bazen. Ekmeğin içiyle heykel yapmaya çalışırken, satranç takımı yapmak geldi aklıma birden. Önce<br />

ekmeğin hamurundan iki takım yaptım, sonra bunlardan birini zeytinin etli kısmıyla siyaha boyadım.<br />

Takımlar hazırdı, geriye satranç tahtası kalmıştı. Kapının dibinden ışık alan beton zemine, topuğu<br />

kopmuş ayakkabımın altından çıkardığım kadakla altmışdört kare çizdim. Yüzükoyun yere uzanıp<br />

başımı kapının dibine uzatınca satranç oynayabiliyordum artık. Bazen aklımda kalmış satranç problemleri<br />

üzerinde düşünüyor, bazen kendim problem kurmaya çalışıyor, bazen de oyun oynuyordum.<br />

Taraflardan biri kendim oluyor, diğerini de işkenceciler varsayıyordum. Ama, karşı taraf ne denli zorlu<br />

hamleler yaparsa yapsın, sonunda maçı mutlaka ben kazanıyordum.<br />

Bir sabah oyunun ortasında ayak sesleri işittim. Kapı açıldığında taşları toplayıp saklayalı bir saniye ya<br />

olmuştu, ya olmamıştı. Telaşlı görünce korktuğumu sandılar. Gözlerimi kapattılar, yukarı çıktık ve bir<br />

odaya girdik. Gözlerimi açtılar. Karşımda ev sahibimiz duruyordu. Ev sahibi dışarıdayken beni çok<br />

uğraştıran aksi bir adamdı. Komiser "Bunu tanıyor musun?" diye sordu. "Hayır, tanımıyorum" dedim.<br />

Adam nasıl tanımazsın dercesine şaşkın şaşkın bakıyordu yüzüme. Kabul etmeyince bir süre dövdüler,<br />

akşama dek ayakta beklettikten sonra tekrar hücreye indirdiler. Taşları yeniden dizip kaldığım yerden<br />

oyuna devam ettim.<br />

24 Mart Gecesi yaklaşıyordu. Sefaköy'deki gece baskınında onlardan üç, bizden iki kişinin öldükleri<br />

gün yani. Yakalandığımın ilk günü işkenceciler "24 Mart'ta öleceksin" demişlerdi. Gerçi korkmuyordum,<br />

ama gene de bir huzursuzluk vardı içimde. Kurşuna dizmek yapmadıkları bir şey değildi zira.<br />

Gerçekten de 23 Mart'ı 24 Mart'a bağlayan gece geldiler. Sanırım vakit gece yarısını geçmişti. Ayak<br />

sesleri hücremin önünde durdu ve kapı yavaşça açıldı. Sırtımı duvara yaslamış oturuyordum. Nöbetçiler<br />

değildi bunlar. Siluetlerine iyice aşina olduğum yüzleri pembeleşmiş, asık suratlı ve cellat bakışlı<br />

iki işkenceci idi.<br />

Boyu ortanın üstünde ve zayıf olanı:<br />

"Bugün ayın kaçı?" diye sordu.<br />

94

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!