Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
isyan topu gibi gürleyen Kuyucaklı Yusuf u daha sonraları. Bu şiirin yazıldığı yıllara gidiyor<br />
düşüncelerim. Sosyalizme eğilimli insanların takipler, emniyet hücreleri, tabutluklar ve işkencelerle<br />
sindirilmeye çalışıldığı; henüz devrimci düşüncenin bugünkü gibi kitlelere doğru açılmadığı, devrimci<br />
halk hareketinin gelişmediği bir dönemde derin bir yalnızlık içerisine itilmeye çalışıldığı yıllara. Ve<br />
yurt dışına kaçmak isterken katledilen Sabahattin Ali... O'nun ince duyarlılığı, ezilmişliğin ardından<br />
fışkırıveren isyancılığı nasıl da katlediliveriyor bir arabesk şarkıda.<br />
Öndeki tekrar konuşmaya başlıyor, "insan gençliğinde yaşadıklarını bir daha yaşayamaz. Hata da<br />
yapabilir. Böyle devam edersen öleceksin. Bu yaşta niye ölesin? Sen vazifeni yaptın. Tamam, biz sana<br />
her şeyi söyle demiyoruz, mademki söylemiyorsun. Sadece kaldığın yeri söyle..." Sonra kendi başından<br />
geçtiğini söylediği bir sevgi masalı anlatmaya başlıyor. İlk gençlik yıllarında bir kızı sevmiş, o da<br />
bunu seviyormuş, aileleri karşı çıkmış, bir araya gelememişler, öyle değil de şöyle olsaymış... Bir yoldaşa<br />
Şube'de "Kaybolan Yıllar" şarkısını çalmışlardı, onun gibi bir şey.<br />
Engebeli bir yolda ilerliyoruz, ne kadar gittik bilemiyorum. Şehrin ışıkları uzaklarda görülüyor.<br />
Duruyoruz. Baştan beri konuşan "iyi düşün, biraz sonra geleceğim". İniyorlar. Başımı hafifçe<br />
kaldırıyorum, diğer arabadakiler, askerler de inmiş. İlerde bir yerde toplanıyorlar. Bana yakın birkaçını<br />
görüyor, diğerlerinin gürültülerini duyuyorum. Bir ses, "getirin", "Dikkat... Nişan al... Ateş!." Silah<br />
sesleri birbirine karışıyor. On-onbeş el. Bu böyle üç kez yineleniyor. Arada konuşmalar, "Ah!.. Yandım",<br />
"Yapmayın," gibi bağırmalar. Yanıma geliyorlar. Savcı olduğunu söyleyen soruyor. "Düşündün<br />
mü?" "Düşündüm". Hecelerin üstüne basa basa konuşuyorum. "Siz bugüne kadar birçok devrimciyi<br />
katlettiniz. Daha az önce üçünü öldürdünüz. Bu yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz. Bunlar gizli<br />
kalmayacak. Beni de öldürün. Onurumla öleceğim. Bunun hesabı sorulacak..." Omzumla onu ittim ve<br />
biraz önce silah seslerinin geldiği yöne doğru hızla yürüdüm. "Savcı" koşarak arkamdan geldi, kolumdan<br />
çekip bağırıyor. "Ne yapıyorsun? Öleceksin, istersen biraz düşün", "Onurumla öleceğim". Biraz<br />
öfkeli, biraz çaresiz bağırıyor. "Peki öyleyse..." Az ilerde dönüp dikildim. Bacaklarımı sağlamca bastım.<br />
On adım kadar ilerde karaltılarını görüyorum. Birisi beş-altı adıma kadar yaklaşıyor. Bir başkası<br />
"Dikkat... Nişan al... Ateş!" diye bağırıyor. Ayaklarımın dibine geliyor kurşunlar. Tabancayla ateş ediyor.<br />
Toprak ve küçük taş parçaları sıçrıyor ayaklarıma.<br />
Kurşunların göğü delen gürültüsünden sonra öylesine bir sessizlik ki karınca yürüse duyulur herhalde.<br />
Olduğum yerde duruyorum. Karşımdaki de bir an öyle kalıyor, sonra yavaşça dönüp ağır adımlarla diğerlerinin<br />
yanına gidiyor. Uzunca bir zaman, yaprak kımıldamıyor. Yanıma geliyorlar. "Savcı", "infaz<br />
ertelendi, dönüyoruz" diyor. Kolumdan tutup arabaya götürüyorlar. Az sonra silah sesleri duyuyorum.<br />
Sözde beşinci kişiyi kurşuna dizdiler. Geriye dönerken tek bir söz söylemiyor, en küçük bir harekette<br />
bulunmuyorlar. Ne benimle ne de kendi aralarında konuşmuyorlar. Tam bir bozgun havası. Bunu gizleyemiyorlar,<br />
gizlemeye de çalışmıyorlar. "Kazandım". Onlar için nihai çatışmaydı bu. Tüm umutlarını<br />
kaybettiler. Çöküntü halindeler, beni konuşturamayacaklarını anladılar. Yüreğim sevinçle doluyor.<br />
"DAYAKÇI!"<br />
İşkence seanslarında vargücüyle saldırırdı. Bu da yetmez, bağlı bulunduğum odaya her fırsatta gelip<br />
döverdi. "Dayakçı" diye adlandırdıklarımızdandı. Bunlar, kültür düzeyi en düşük, kalın kafalı, kaba<br />
işkencenin en hızlı uygulayıcılarıydılar. MGK'nin gözaltı süresini 90 güne çıkarttığını, koridorun öbür<br />
ucundan zafer naraları atarak geçen güruhun içinden ilk müjdeleyen, "i.., seni oyacağız", "elimizdesin<br />
kurtuluş yok" diye haykırarak saldıranların en önündeki oydu. Bir dişimi kırıp, ayak tırnaklarımı ezmişti.<br />
"Siz işkencecisiniz, işkencecilerin sonu ölümdür, bu devrimci bir yasadır", demiştim. Bu sözlerim<br />
onu iyice çıldırttı. "Biz işkenceciyiz ha!" deyip deyip vuruyordu. Beni hasım ilan etti! "71'de de bu<br />
işlerin içindeydim. Elimden senin gibi birçokları geçti. On yıl sonra da ben bu işlerin içinde olacağım.<br />
Seninle o zaman karşı karşıya geleceğiz, seni o zaman vuracağım...". Gözlerimi açtı. "Bak beni iyice<br />
tanı!" Esmer, uzun boylu, çopur yüzlü, üstünde siyah deri ceket var.<br />
İşkencenin hızını kaybettiği günlerden birisiydi, bir gece yanında bir başka işkenceciyle bağlı bulunduğum<br />
yere geldiler. Yanındaki "Allaha, kitaba inanıyor musun?" Cevap vermedim. Israr ediyor. "Sen<br />
vurmak için bahane arıyorsun". "Yok yok, vurmayacağım, merak ettiğim için sordum". "Dine<br />
inanmıyorum". Sözüm biter bitmez mide boşluğuma yumruğunu indiriyor. Nefesim kesildi, kusmaya<br />
47